istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yaşam Durmaz: Şubat 2013

23 Şubat 2013 Cumartesi

Ton balığı yiyin, iyi hissedin

Yapılan araştırmalar, yediğimiz yiyeceklere göre psikolojimizi değiştirebileceğimizi gösteriyor. İşte, ruh dünyamızı etkileyen sihirli yiyecekler ve ne yönde değişikliklere neden oldukları…

Tükettiğimiz besinler, beynimizde bir sinir hücresinden diğer bir sinir hücresine ve oradan da uyarının türüne göre beynimizi ilgilendiren emir merkezine ulaşıyor.

Kimyasal mesajları taşıyan ‘nörotransmiterlerin’ üretiminde veya serbest bırakılmasında yediğimiz besinlerin büyük etkisi var. Bu maddeler beynin emir merkezine vücudun istemleri olan tokluk, açlık, acı, endişe gibi uyarıları iletmekle yükümlü.

Sıcak bir maddeye dokunduğumuz anda nörotransmiterler elimizin yandığını ve daha sonra acı hissedeceğimizi, elimizi o sıcak yerden biran önce çekmemiz gerektiğini beynimizin refleks merkezine iletirler ve beyin de bunu hareket kaslarımıza iletir. Bu mesaj alınır alınmaz hemen elimizi sıcak olan yerden hızla çekeriz.

Balık enerji veriyor

Proteinler sindirim sırasında aminoasitlere parçalanır. Aminoasitlerle oluşan nörotransmiterler bizim uyanık kalmamıza ve enerjimizi artırarak tümüyle kullanmamıza yardımcı olur. Proteini yüksek gıdaların başında balık, et yumurta ve kümes hayvanları geliyor.

Ispanak depresyonu önlüyor

Folik asitin azlığının depresyona neden olduğu klinik araştırmalar sonucu ortaya kondu. Çünkü folik asit azlığı beyinde serotoninin azalmasına yol açıyor. Depresyonlu hastaların diğer insanlara oranla daha az folik asit miktarına sahip oldukları yapılan başka geniş kapsamlı araştırmalarda ispatlandı. Depresyondan korunmayı bir kap pişmiş ıspanak ya da bir bardak portakal suyu sağlayabilir.

Ton balığı iyi hissettiriyor

Vücudunda selenyum miktarı az olanlar, diğerlerine oranla daha çok kaygılı, endişeli, alıngan oluyor. İhtiyacı kadar verilen selenyum kişiyi normal ruh haline döndürüyor. Selenyumun en çok bulunduğu ürünler brezilya fıstığı, ton balığı, ay çekirdeği, tahıllar ve kılıç balığı.

Meyve yemek strese birebir

Karbonhidratlar kan akışını hızlandıran etkiye sahiptir. Kişiye sakinlik verir. Araştırmalar iki hafta süresince karbonhidrat alımı azalan insanlarda diyet sonrası depresyona girme ihtimalinin arttığını ortaya koyuyor. Karbonhidrat içeren yiyecekler arasında ekmek, krakerler, makarna, pirinç, meyve ve tahıllar ilk akla gelenler. Günlük beslenmenizde önce proteini tüketin, kısa bir süre sonra da karbonhidrat alın, bu sizi uyanık tutacaktır.

22 Şubat 2013 Cuma

Tamamen iyileşmesi mümkün mü?

Epilepsi çok dirençli değilse genellikle doğru teşhis ve doğru ilaçla 2-5 yıl arasında tamamen ortadan kaybolabiliyor. Ancak tedavide başarı sağlanması için ilaçların düzenli alınmaları şart!

Halk arasında “sara hastalığı” olarak bilinen epilepside, beyni oluşturan hücrelerin aşırı uyarılmasına bağlı olarak vücutta kasılma, bayılma, idrar kaçırma, el kol atması ve şuur kaybına kadar giden belirtiler yaşam kalitesini oldukça düşürüyor. Epilepsinin bebeklikte, çocuklukta ve gençlikte görülen birçok türü olduğuna değinen Acıbadem Levent Tıp Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Serdar Dağ, epilepsi hastalığıyla ilgili merak edilen soruları şöyle yanıtlıyor:

- Epilepsi sık görülen bir hastalık mı? 
Epilepsi hastalığı maalesef sanıldığından çok daha fazla görülen ve insanların kusur olarak gördükleri, bu nedenle çevreden sakladıkları bir hastalık. Klinik deneyimlere göre, saklanma oranları çok yüksek olduğu için gerçek epilepsi hastasının ancak yüzde 20’sinin doktora başvurduğu düşünülüyor. Oysa epilepsi bebek döneminden itibaren kendini belli edebilen bir hastalık. Bebeklikte, çocuklukta, gençlikte görülen birçok tipi var. Genellikle bu yaşlarda ortaya çıkıyor. Ergenlikten sonra gelişen epilepsi nöbetlerinin altında ise başka bir hastalık aramak gerekiyor. Birçok görüş öne sürülse de, primer denilen ve erken dönemde açığa çıkan epilepsinin nedeni tam olarak belli değil. Fakat sekonder denilen epileptik nöbetlerin nedenleri belli; genellik yani kafa travmaların ve felç sonrası, beyin kanamaları ve beyin tümörü operasyonlarına bağlı olarak ortaya çıkıyor.

- Tamamen iyileşmesi mümkün mü?
Genellikle çok dirençli değilse primer tip epilepsiler doğru teşhis ve doğru ilaçla 2 – 5 yıl arasında tamamen ortadan kayboluyor. Fakat herhangi sebebe bağlı olarak meydana gelen epilepsilerde ilacı maalesef ömür boyu kullanmak gerekiyor. Çünkü beynin o bölgesinde hasar olduğu için uyarısı daima bozuk kalıyor.

- Farklı epilepsi tipleri neler? 
Epilepside beyindeki uyarı bozukluğu beynin bir bölgesinde olduğu gibi tamamında da görülebiliyor. Beyindeki uyarıların yerine göre nöbetin tipi ve derecesi de farklı oluyor. Yani hastalar her epileptik nöbette ağızdan köpük çıkararak ve yerde kasılarak bayılmıyor. Epilepsinin basit bir kol atmasından ve başın bir tarafa dönmesinden tutun da duygusal açıdan da farklılık gösterilmesine neden olan birçok nöbet tipi var. Örneğin hasta saldırgan tutumlar sergileyebiliyor, nerede olduğunu bilmeyebiliyor, daha önce yaşamadığı bir şeyi yaşamış gibi algılayabiliyor.

- Epilepsinin tedavisi günümüzde nasıl yapılıyor?
Epilepsi tedavisinde mutlak bir şey var ki o da sürekli ilaç kullanmak. Hastaların doktor kontrolünde nöbetin bittiğine dair bulgular kanıtlanıncaya kadar her gün ilaç almaları gerekiyor, çünkü düzensiz ilaç kullanımı epilepsi tedavisinde başarısızlık yaratıyor. 

Epilepsiden şüphelenilen hastaya öncelikle bir beyin MR’ı ya da beyin tomografisi çekip epilepsiye neden olan bir etkenin olup olmadığını araştırmak gerekiyor. Epilepsi tanısı EEG ya da beyin elektrosuyla konuluyor ve bununla takip ediliyor. Beynin hangi bölgesinde uyarı varsa elektro bunu gösteriyor, hastalığın derecesi ve şiddetini doktorun tespit etmesini sağlıyor. EEG, günümüzde bunu sağlayan tek teşhis cihazı. Ayrıca hasta ilacı kullanırken ilaç dozunun kandaki seviyesinin mutlaka kontrol edilmesi gerekiyor.

- Epilepsi hastalarının günlük yaşamlarında nelere dikkat etmeleri gerekiyor?
Epileptik nöbetler genellikle dikkatin dağıldığı anı yakalıyor. Dolayısıyla epilepsi hastaları ilaç kullansalar bile dikkatlerini dağıtacak kadar yorulmamalı. Uykusuz ve aç kalmamaları, dikkati dağıtacak aşırı alkolden kaçınmaları gerekiyor. Bu durumlarda nöbet geçirme riski mutlaka artıyor. Tedavileri tamamlanmamış epileptik kadınların zihnini kurcalayan en büyük sorun ise hamilelikte nöbetin olup olmaması. Epilepsi hastaları ilacı kontrollü aldıkları takdirde hiçbir sorun yaşamıyorlar.

- Nöbete giren insana müdahale etmek gerekir mi?
Nöbette şuuru kaybolmuşsa hasta nöbeti hatırlamıyor. Ayrıca nöbetlerin  bir iki saniyeden saatlerce uzadığı durumlar söz konusu olabiliyor. Nöbetler sürekli bir hal alabiliyor, hayati bir tehlike bile olabiliyor. Bunun için nöbet geçiren kişiyi görünce zarar vermeyecek bir pozisyona getirmek, kendi haline bırakmak, zarar verecek davranışlarda bulunmamak lazım. Nöbet başladıktan sonra bir sağlık kuruluşundan yardım almak gerekiyor. 

- Epilepsi tedavisinde cerrahinin yeri nedir?
Dirençli bazı vakalarda ve çok özel bazı epilepsi türlerinde epilepsi cerrahisi uygulanıyor. Eğer uyarı beynin tek bölgesinden kaynaklanıyorsa cerrahiyle o bölge etkisiz hale getiriliyor. Epilepsi hastalarının “ameliyat olur ve kurtulurum” şeklinde yanlış bir kanıya kapılmamaları gerekiyor. Çünkü cerrahi sadece belli bir epilepsi türünde başarı sağlıyor. İlaçla kontrol altına alınmayan bir epilepsi türü ilaçla kontrol edilebilir bir hale geldiyse, bu tedavinin başarılı olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla bu hastalıkta doktor kontrolünde düzenli ilaç tedavisi almak başarı için esastır.

21 Şubat 2013 Perşembe

İnternetteki Aşk Siteleri Bizi Nereye Sürüklüyor?

Çağımızın temel sorunlarından biri olarak görülen yalnızlık, özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanları etkisi altına alıyor. 

Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, günümüzde modern insanların yalnızlığın çaresini internette bulduğunu belirterek ekliyor: "İnternet insanları birbirine yaklaştırırken aslında daha büyük bir yalnızlığa mahkum ediyor."

Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, neredeyse konuşmayı unutan, mesajlarla iletişim yolunu keşfeden modern toplum insanının artık duygularını da kablolar üzerinden gerçekleştirdiğini ifade ediyor. Her geçen gün eskilerinin yanına bir yenisi daha eklenen arkadaş, sevgili ve eş bulma sitelerinin binlerce kadın ve erkek üyesiyle duyguları internet üzerinden evlerimize taşıdığını belirtiyor.

Aynı Evde İki Yabancıya Dönüşmek

Asosyalleşen ve iletişim problemi yaşayan ya da hayatın hızlı akışı içinde kaybolmuş pek çok kişi tanışmak, sevgili olmak hatta evlenebilmek umuduyla bu siteleri ziyaret ediyor. Bekar, dul, boşanmış, evli yada ayrı yaşayan pek çok kadın ve erkeğin buluştuğu bu siteler, dejenere olmuş ikili ilişkilere de ayna tutuyor. Örneğin, evlerinin farklı odalarında evli ama yabancılaşmış bir çiftin her bir mensubu da bu sitelerin ziyaretçisi olarak boy gösteriyor.

Kimi doyum sağlayamadığı cinsel hayatına renk katmak kimi de eşi tarafından yeteri kadar ilgi görmediği için giriyor bu sitelere. Problemleri çözmek yerine, eskisinin yerini bir yenisiyle doldurmaya çalışıyorlar.

Sahte Profiller Kendimize Yabancılaşmanın Kanıtı 

Diğer taraftan kimliğimizi saklayabilmenin ya da bürünmek istediğimiz kimliklere sahip olmanın da iyi bir yolu bu siteler ve oluşturulan profiller. Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, kendimize yabancılaşmanın bir kanıtının da bu olduğunu belirtiyor. Karşımızdakinin yüzüne kolayca söyleyemeyeceklerimizi özgürce ifade edebilmek, kusurlarımızı kolayca saklayabilmek ve hatta kusursuz görünebilmek sanal bir kişiliğe bürünmenin avantajları olsa gerek diye ifade ediyor.

İnternet Sosyo-Ekonomik Durum Gözetmiyor

Üniversite mezunu, sosyo- ekonomik düzeyi yüksek bireylerin de çok sık tercih ettiği bu sitelerden, genellikle yakın çevrelerinin de haberi olmuyor . Hatta bu durumdan utanıyorlar ama iş ve özel hayatın kesiştiği yerde bir boşluk var ve bunu da doldurmanın en kolay yolu seyrettiğimiz diziyi dahi kaçırmadan klavyenin tuşlarına dokunmak…

Sosyal ilişkileri ve hatta evliliklerdeki iletişimi yok eden televizyondan sonra bilgisayar ve internet de ona eşlik edip duygu dünyamızı fethetmeyi başarırken diğer taraftan da  Avrupalılaşma ya da medenileşme adı altında yok olan alt kültürümüzün bir parçasının daha elden gidiyor.

Sanal Arkadaşlıklar Çok Kolay Tüketiliyor

İnternet yoluyla arkadaş edinmenin olumsuz yönlerinden biri ilişkiye emek vermeden kolayca tüketmek olarak görülüyor. Çünkü seçenek çok ve ulaşmak çok kolay. Biri olmazsa diğeri olur derken aslında gerçek arayışımızın ne olduğunu unutup, bir süre sonra da doyum noktasından uzaklaşabiliyoruz. Kolayca söylenebilen yalanlar ve çok sık yaşanan hayal kırıklıkları reel dünyada yaşananların kat kat üstünde yaşanabiliyor bu arkadaşlık sitelerinde ve sonuç olarak da ciddi duygusal yaralanmalar ortaya çıkabiliyor. Sonuç olarak teknolojiyi kendisine hizmet ettirme çabası içerisinde olması gereken insanoğlu duygusal ve sosyal hayatını bile şartsız koşulsuz ona teslim ederek tehlikeli bir serüvenin içinde kendini ruhsal problemlerin kucağına bırakıyor.

19 Şubat 2013 Salı

Yalnızlık da bulaşıcı çıktı

ABD'de yapılan bir araştırmaya göre yalnızlık hissinin şişmanlık, sigara tiryakiliği ve mutluluk gibi bulaşıcı.

Chicago Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapılan çalışma, yalnızlık hissinin tıpkı aşırı şişmanlık (obezite), sigara tiryakiliği ve mutluluk gibi, sosyal ağlar aracılığıyla bulaşabileceğini ortaya koydu.

Yalnız insanların yalnızlıklarını, içinde bulundukları sosyal ağa duydukları güvensizliği diğer grup üyelerine de yansıtmak yoluyla bulaştırdıkları kaydedildi.

Çalışmayı kaleme alanlardan Nicholas Christakis, "Kişiler, yalnızlıklarını sosyal ağları içinde bulaştırabilir ve sonra grupla ilişkisini kesebilir" diye konuştu.

Araştırma için, Massachusetts eyaletinde 60 yıldan fazla süredir devam eden ve binlerce kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığı ile alışkanlıkları ve beslenme şeklinin kayıt altına alındığı bir sağlık araştırmasının verilerini inceleyen uzmanlar, yalnız insanların, yalnızlık hislerini arkadaşlarına ve komşularına bulaştırdığı, ardından sosyal ağların dış sınırına doğru hareket etme eğiliminde olduğu sonucuna ulaştı.

Yalnızlığın, dünyanın düşmanca bir yer olduğu hissiyle başlayabileceği, ardından kişinin kendi ürettiği bu düşünceye inanmaya başlayabileceği kaydedilen çalışmada, yalnızlığın kişileri sosyal tehditlere karşı duyarlı hale getirdiği ve kişinin kendini korumaya yönelik tavırlar geliştirdiği, ancak ironik olarak bu tavırların kişinin kendisine zarar verdiği belirtildi. Çevresine ilgisini kaybeden kişinin, zamanla sosyal ağından çıktığı ve etrafına daha az güvenmeye başladığı ifade edildi.

Uzmanlar, yalnızlığın aile bireylerinden çok arkadaşlardan bulaştığına, özellikle kadınlar ve 1,5 kilometrelik alan içindeki komşular arasında daha çok bulaşıcı olduğuna dikkati çekti. Araştırmaya göre, yalnızlık da tıpkı aşırı kilo, sigara içmek ve mutluluk gibi üç ayrı derecede bulaşıyor: Yalnız bir insanın arkadaşına yalnızlık bulaştırma oranı yüzde 40 ila 65'ken, bir arkadaşın yalnız bir arkadaşından yalnızlık kapma ihtimali yüzde 14 ile 36 arasında kalıyor. Üçüncü dereceden bir arkadaş söz konusu olduğunda ise yüzdeler 6 ila 26'ya düşüyor.

Uzmanlar, kendini yalnız hissetmenin insanın hiç arkadaşı olmayacağı anlamına gelmediğinin, ancak bu arkadaşların kişi için tatmin edici olmadığının altını çiziyor.

Yalnızlığın alzheimer ve kalp hastalıkları gibi sağlık sorunlarına yol açabildiğini belirten uzmanlar, sosyal ağlarından çıkan kişilerle yeniden bağ kurmanın hayati önem taşıyacağını da vurguluyor.

Chicago Üniversitesinden John Cacioppo ve James Fowler ile birlikte, alışkanlıklar ve duyguların sosyal ağlar üzerindeki etkileri üzerinde çalışmalar yürüten Christakis, daha önce aşırı şişmanlık (obezite), sigara içmek ve mutluluğun da bulaşıcı olduğunu ortaya koymuştu.

Araştırma, Kişilik ve Sosyal Psikoloji dergisinin aralık sayısında yayımlandı.

Kilo Verdiren 7 Öneri!...

Yediklerinize ne kadar dikkat etseniz de istediğiniz ölçüde kilo veremiyorsanız mutlaka bir yerlerde hata yapıyorsunuz demektir. 

Uzmanların tavsiyelerini uygulayarak kısa zamanda sağlıklı bir şekilde kilo verebilirsiniz.
Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse'nin verdiği bilgilere göre, kilo vermenin püf noktaları şöyle sıralanıyor:

Sık sık, azar azar beslenin: Sık sık beslenmek, daha az yemek yenilmesini beraberinde getirir. Gün içerisinde insanlar 2, 3 bilemediniz 4 öğün şeklinde beslenmektedir. Öte yandan kişi, bu sayıyı 5 hatta 6 öğüne kadar çıkartabilirse çok kısa bir sürede metabolizması bu değişikliğe adaptasyon olarak daha az beslenmeye başlar. Dolayısıyla sindirim sıkıntısı çekiliyorsa, o da hafifler. Buna karşılık kişiler genelde öğün atlar ve bunun zayıflatacağına inanır. Halbuki aç kalmak, öğün atlamak, gazete – dergi – internet gibi kitle iletişim araçlarından temin edilen şok diyetleri uygulamak zayıflatmaz, aksine kilo aldırır! Kişiye özel hazırlanmayan düşük kalorili diyetler, vücudu açlıktan ölme paniğine sürükler ve “kıtlık” moduna geçen metabolizma yavaşlar, yağ yakmak yerine tüketilen her besini yağ şeklinde depolama yoluna gider. Tıpkı, su kesildiğinde bidonlarda depo edilen suyu kullanıp; suyun az da olsa akmasıyla birlikte yeniden depolama işlemine başlamak gibi.

Öğün atlamayın: Öğün atlamak bir sonraki öğünde daha fazla yenilmesinin yanında farkında olunmadan yağ miktarının artmasına, kas ve su kaybının olmasına neden olmaktadır. Aç kalmak, öğün atlamak kan şekerinin düşmesine, dolayısıyla şekerli besinlerin fazla tüketilmesine neden olmaktadır. Başta kahvaltı olmak üzere asla öğün atlanmamalıdır. Akşam en son saat 20:00’de bir şeyler yenildiğini ve kahvaltının ihmal edildiğini düşünelim. Öğlen saat 12:00’ye kadar açlık söz konusu. 16 saatlik bir açlık sonucu ister istemez daha çok ve daha hızlı yemek yenilir. Buna karşılık sabah kahvaltı edilse, hatta 10:30 gibi küçük bir ara öğün tüketilse, bu durum kişiyi öğlen yemeğinde frenlerdi. Çok hızlı yemek yenilmezdi. Ama kişi bir lokma ağzında iken diğer bir lokmayı hazırlar. “Ağzımdaki bitse de, ikinci lokmayı da hemen mideye indirsem” der gibi. Besinlerin ağızda iyice çiğnenmesi gereklidir. Tükürükte bulunan bir enzim karbonhidratların sindirimini besin henüz ağızda iken başlatmaktadır. Aynı zamanda iyice çiğnemek mekanik olarak besinlerin sindirilmesini sağlamaktadır. Midede bir köfte düşünün, bir de aynı miktarda kıyma... Tabi ki kıymayı sindirmek ve emilmesini sağlamak çok daha kolaydır. Unutulmamalıdır ki sindirim ağızda başlar. Tat alma duyusu midede değildir, dildedir. Tokluk merkezi 20 dakikada uyarılır. Yavaş yenildiği taktirde, daha az yemiş olunur.

Sıvı tüketiminizi artırın: Günlük su tüketimi de azalırsa vücutta depolanan yağ miktarı artar. Sonuçta böbrekler fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediği için yağları enerjiye çeviren karaciğer böbreklerin işini üstlenir ve yağlar vücutta toplanır. Çay, kahve, kola, çorba, sebze, meyve... tüketilmesi de sıvı ihtiyacını karşılar. Ancak en iyi çözücü su olduğu için, ihtiyacın 3/4’ü sudan gelmelidir. O nedenle günde 10 – 14 bardak su içilmelidir. Çay, kahve ve kola diüretik özellikte olduğu için hemen vücuttan atılırlar. Suyun ayrıcalığı burada saklıdır. Günlük tuz alımını da azaltmakta fayda vardır. Sonuçta yemeklere tuz konulmakta. Ayrıca ekmeklerde de tuz bulunmaktadır. O nedende ekstradan sofraya tuzluk getirilmemelidir. En azından yemeğin tadına bakmadan tuz kullanılmamalıdır.

Şekerden uzak durun: Şeker ve şekerli tüm besinlerden uzak durulmalıdır (Çay şekeri, bal, reçel, pekmez, çikolata, pasta, hazır meyve suları, meşrubatlar, kolalı içecekler, tatlılar...). Bu besinler kan şekerinde ani bir dalgalanmaya sebep olur, kan şekerini kısa sürede artırır ve düşürürler. Bu nedenle tatlı yedikten sonra kişinin canı tekrar tatlı çeker. Şekerin fazlası da vücutta yağ olarak depolandığı için mümkün olduğunca az tüketilmesi uygun görülmektedir.

Doymuş yağlardan uzak durun: Margarin, tereyağı gibi katı yağlar yerine bitkisel sıvı yağları tercih edin. Süt, yoğurt ve peynirde de doymuş (kötü) yağlar bulunduğu için yarım yağlı veya yağsız (light) olanlarının tüketilmesi önerilmektedir. En azından süt ve yoğurdun kaymağını ayırın. Kırmızı et yerine beyaz ete daha çok ağırlık verin. Ancak beyaz et de olsa aşırıya kaçmayın. Öte yandan etin görünen yağını ve tavuğun derisini mutlaka ayırın. Yine enerji değeri yüksek, besin değeri düşük; kaymak, krema, mayonez, cipsler, soslar, kuruyemişler gibi aşırı yağlı yiyeceklerden de kaçınılmalıdır.

Kızartmalardan uzak durun: Yiyecekleri kızartmak, kavurmak yerine; haşlama, ızgara yapma, buğulama veya fırında pişirme yöntemlerini kullanarak hazırlayın. Çünkü besinler kızartıldığı veya kavrulduğu esnada % 10 – 15 oranında yağ çekerler. Gerçi fazladan alınan kalori spor yapılarak veya bir sonraki öğünü hafif şeylerle geçiştirerek regüle edilebilir. Yalnız burada tek sorun kalori içeriğinin artması değildir. Aynı zamanda besinler bu işlemler sonucunda kanser yapıcı bazı öğeler içermektedir. İşte vücut bu öğeleri dışarı atamaz ve zamanla birikim söz konusu olur. Genelde mantı, iskender, yayla çorbası gibi yiyeceklerin üzerine ayrı bir kapta kızdırılan yağı ilave edilir. Bu durumda yağlar yine okside olur, yani yanar. Yine kanserojen bazı öğeler içerir. O nedenle yemek yaparken kızartma ve kavurma işlemlerinden kaçınmakta fayda vardır.

Yemeğin suyunu tüketmeyin: Toplumda büyük bir kesimde tabak sıyırmak gibi bir alışkanlık da bulunmaktadır. Bir bezelye veya nohut tanesini düşünecek olursak; besinin üzerinde zar şeklinde çok ince bir tabaka halinde yağ bulunmaktadır. Öte yandan yemeğin bütün yağı dibe çökmekte ve yemeğin suyu ile karışmaktadır. Sonuçta yemeğin suyunu kaşıkla tüketiliyorsa, pilavın üzerine dökülüyorsa veya ekmek banarak tabağı sıyrılıyorsa yemeğin bütün yağını da tüketilmekte. Hatta 2 dilim ekmek yemek varken, bu 3 – 4 dilime çıkıyor.

Bir Hastadan 25 Kişiye Bulaşıyor!

Bu hastalık günümüzde toplumun her kesiminde görülebiliyor. Tedavi edilmeyen her bir hasta bu bulaşıcı mikrobu 25 kişiye bulaştırıyor!

Türkiye’de tüberküloz, yani verem kontrolündeki en büyük sorunlardan biri, hastalara ulaşmada yaşanan zorluklar nedeniyle tanı konulamamasından kaynaklanıyor. Çünkü tanı konulamadığı için tedavi edilemeyen her verem hastası 2 yıl içinde hastalığı 25 kişiye bulaştırıyor!

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de verem (tüberküloz) kontrolünde en büyük sorun, hastalara ulaşmada yaşanan zorluklar nedeniyle tanı konulamaması ve teşhis konulan hastaların da ilaç tedavisine düzenli olarak devam etmemelerinden kaynaklanıyor. 1 – 7 Ocak Verem Haftası nedeniyle bir açıklama yapan Acıbadem Fulya Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Reha Baran, tanı konulamadığı için tedavi edilemeyen her verem hastasının, 2 yıl içinde hastalığı 25 kişiye bulaştırdığını, bu nedenle sorunun büyüdüğünü belirtiyor. Üstelik eskiden sadece sosyo ekonomik düzeyi düşük kesimlerin hastalığı olarak bilinen tüberküloz, artık sosyo ekonomik seviyesi yüksek kişilerde de görülüyor.

Dünyada Her Yıl 1.7 Milyon Kişi Veremden Hayatını Kaybediyor

Tüberküloz hastalığı yaygınlığındaki artış ve kontrolündeki güçlükler nedeniyle son 15 yıldır yeniden dünyanın gündemine oturdu. “Dünya Sağlık Örgütü 2006 Küresel Tüberküloz Raporu”ndaki verilere göre; dünyada her yıl yaklaşık 9 milyon yeni verem hastası ortaya çıkıyor  ve 1,7 milyon hasta verem sebebiyle ölüyor. Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı her yıl “Türkiye’de Verem Savaşı Raporu” yayınlıyor. Bu rapor kapsamında Türkiye genelindeki verem savaş dispanserlerine kayıtlı her bir hastanın verileri bireysel olarak toplanarak analizi yapılıyor. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı 2011 yılı Verem Savaş Raporu verilerine göre, ülkemizde 2009 yılı içinde belirlenen yeni verem hastası sayısı ise 17 bin 402. Rapora göre, bu sayının 15 bin 943’ünü (yüzde 91,6) yeni hastalar, 1459’unu (yüzde 8,4) tedavi görmüş hastalar oluşturuyor. Toplam verem hastası sayısının 10.519’unu (yüzde 60,4) erkek hastalar, 6883’ünü de (yüzde 39,6) kadın hastalar oluşturuyor.

Doğrudan Gözetimli Tedavi Şart

Sağlık Bakanlığı elde ettiği verileri düzenli olarak Dünya Sağlık Örgütü ile de paylaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü hastalığın kontrolü için, “Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi” adı verilen bir dizi önlemleri, tüm gelişmişlik düzeyindeki ülkelere önerdiği için önlemlerin uygulanması büyük önem taşıyor. Bu yaklaşımı uygulayan ülkelerde verem mücadelesinde başarılı sonuçlar alınıyor. Tüberküloz yaygınlığı konusunda Türkiye de, dünyada yaşanan olumsuz gelişmelerden payını aldığı için programı uyguluyor. Uzmanlar hastalığın özellikle genç nüfus arasında yaygınlaşmaya başladığını, eskiden sadece sosyo ekonomik seviyesi düşük kişilerde görülürken, artık sosyo ekonomik refah seviyesi yüksek kişiler için de tehlike olduğunu doğruluyor. “Doğrudan Gözetimli Tedavi” uygulamasında, tüberküloz hastalarının tüm tedavi süresi izleniyor. Bu süreçte hastaların ilaçlarının dozunu denetleyen bir sorumlu kişi veya görevli gözetiminde içmesi sağlanıyor. Hastanın bu şekilde ilacını içtiği bilgisi de kayıt altına alınıyor.

Tedavi Stratejisinin 5 Ayağı Var

Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği kontrol modeli olan “Doğrudan Gözetimli Tedavi” (DGT) ülkemizde 2006 yılından beri uygulanıyor. Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi’nin ülke genelinde uygulanması hastalığın kontrolü anlamında önemli bir adım oldu. Günümüzde en etkin tüberküloz kontrol programı olan DGT’nin 5 temel öğesi var:

1- Politik kararlılık.
2- Teşhisin balgamda verem mikrobunun gösterilmesi ile konulması.
3- Doğrudan gözetimli tedavi ile ilaçların içirilmesi.
4- Kesintisiz ilaç temini.
5- Standart kayıt ve bildirim sistemi.

Hastalığı Bulaştıranların Tespit Edilmesi Hedefleniyor

Bu tedavi stratejisinin 2 temel hedefi var: Bulaşıcı nitelikteki hastaların en az yüzde 70’ini saptamak ve bu hastaların yüzde 85’inin tam olarak iyileşmesini sağlamak. “Doğrudan Gözetimli Tedavi” nin başarıyla uygulandığı ülkelerde hastalığın toplum içindeki sıklığı hızla azalırken, tüberküloz giderek sorun niteliğini kaybetmeye başlıyor. Doç. Dr. Reha Baran, toplumun her kesiminde ve her sosyo kültürel çevrede görülebilen tüberküloz hastalığının utanılacak ya da saklanacak bir problem olmadığını söylüyor. Doç. Dr. Reha Baran, “Özel muayenehaneler ve özel hastaneler de dahil olmak üzere, nerede tanı konulursa konulsun tüberküloz hastalar bölgelerindeki Verem Savaş Dispanseri’ne ya da sağlık müdürlüklerine yönlendirilmeli. Ayrıca Doğrudan Gözetimli Tedavi kurallarına göre tedavi edilmesi gerekiyor” diye konuştu.

İlaç Kullanmanın Sürekliliği Sağlanıyor

Tüberküloz basili ancak uzun süreli, çok sayıda ilaçla düzenli bir şekilde tedavi edildiğinde kontrol altına alınabiliyor. Aksi takdirde ilaçlara karşı direnç kazanabiliyor. Doğrudan Gözetimli Tedavi programına alınan hastalara önce kısa bir eğitim veriliyor. Bu eğitimde ilaçları kimin kontrolünde ve ne şekilde kullanacağı anlatılıyor ve gözetmenin kim olacağı belirleniyor. İlaçlar gözetmene teslim ediliyor. Hasta her gün gözetmenin kontrolünde ilaçlarını kullanıyor. Hasta gelmezse gözetmen hastayı arıyor ve ilaç kullanımının sürekliliği sağlanıyor. Son bir yıldır ülkemizde doğrudan gözetimli tedavi uygulandığını belirten Doç. Reha Baran şunları söylüyor:
“Ancak hem toplum bilincinin gelişmesi, hem de başarılı sonuç alınması açısından tüberküloz şüphesi olan herkesin ücretsiz balgam tetkiki yaptırmak için verem savaş dispanserlerine yönlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda verem savaş dernekleri gibi sivil toplum örgütlerinin de bu yeni dönemde gönüllü gözetmenlik görevini üstlenmesi ve hastaların ilaç kullanmasına yardımcı olması sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır.”

Menopoz Gözyaşını Azaltıyor!

Menopoz döneminin gözyaşını azaltıp göz kuruluğuna neden olabileceğini biliyor muydunuz? 

Göz kuruluğu tedavisi gören 10 kişiden 6'sının kadın olduğunu söyleyen Dünyagöz Etiler Hastanesi’nden Op. Dr. Melike Gedar, gözyaşı azlığı sorununa erken müdahale edilmediği takdirde kalıcı görme bozuklukları ve ciddi enfeksiyonlara neden olabileceği konusunda uyardı

Kadınların korkulu rüyası menopoz, gözyaşını azaltarak, gözde kuruluğa neden oluyor. Gözyaşı bezlerinin androjen ve ostrojen hormonlarından direkt olarak etkilendiğini söyleyen Dünyagöz Etiler Hastanesi’nden Op. Dr. Melike Gedar, göz kuruluğu yaşayan 10 hastadan 6’sının kadın olduğunu belirtti. Op. Dr. Gedar, “Kadınlarda bulunan erkeklik hormonu androjen, gözyaşı bezlerinin çalışmasında ve gözyaşı üretiminde önemli bir rol oynuyor.  Androjen de menopoz döneminde kadınlık hormonu ostrojen gibi azalıyor. Bu durum ise gözyaşı bezlerinin çalışmasını ve gözyaşı üretiminin yavaşlamasına neden oluyor” dedi.

Menopoza giren kadınların yüzde 10’unun göz kuruluğu tedavisi gördüğünü, ancak pek çok kadının ise farkında olmadan bu sorunu yaşadığını ifade eden Op. Dr. Gedar, menopoz tedavisinde kullanılan ilaçların da göz kuruluğunu tedavi edemeyeceğini dile getirdi. Op. Dr. Gedar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Menopoz tedavisinde kullanılan ilaçların içerisinde ostrojen oluyor, ancak androjen hormonu bulunmuyor. Bu nedenle bu tip tedavilerin göz kuruluğunun tedavisinde hiçbir etkisi olmuyor.”

Kalıcı Görme Sorunlarına Neden Oluyor

Gözde yanma, batma, kızarıklık gibi belirtilerin gözyaşı azalmasının habercisi olabileceği konusunda uyarıda bulunan Op. Dr. Gedar,  göz kuruluğu sorununun erken tedavi edilmediği durumlarda kalıcı görme bozukluklarına ve sık göz enfeksiyonuna neden olabileceğini anlattı.  Artrit gibi romatizmal hastalığı olan, tiroid hastalığı olan, antidepresan ve hipertansiyon ilaçları kullanan, lazer göz operasyonu geçiren kadınların özellikle menopoz döneminde göz kuruluğu sorununu artabileceğini açıklayan Op. Dr. Gedar, “ Bu tedavileri gören hastalarımızı, ilgili branştaki hekimlerinin de kontrolünde göz kuruluğu yapmayan ilaçları tavsiye etmelerini öneriyoruz’ dedi.

Sık Sık Göz Kırpın

Göz kuruluğunun, çoğu zaman suni gözyaşı damlası ve omega 3 içeren vitamin desteği ile çözülebileceğini ancak eğer kuruluk sorunu ilerlemişse gözyaşı kanallarını silikon tıkaçlarla tıkadıklarını dile getiren Op. Gedar, gözyaşı azalması sorunu yaşayan kişilerin kırmızı et ve kurutulmuş yiyecekleri azaltmalarını; omega 3 içeren somon, ceviz gibi yiyecekleri tüketmelerini önerdi. Op. Dr. Gedar sözlerine şöyle devam etti:

“Gözyaşı kuruluğu yaşayan kişilerin ilaçlarının yanı sıra koruyucu gözlük kullanmaları gerekebilir. Suni gözyaşı damlası ve vitamin desteğinin tedavide yeterli olmadığı hastalarda siklosporin içeren ilaçlarla bir ya da iki yıllık bir tedavi ile sorun çözülebilir.  Göz kuruluğu sorunu yaşayan kişilerin bol su içmeleri, gözlerini ovalamamaları, ağır makyaj yapmamaları, sigara ve dumandan uzak durmaları gerekiyor. Bunun yanında bilgisayar kullanımını sınırlamak ve gözleri sık kırpmak önemli.”

Cildiniz minerallere emanet

Makyajın ciltte oluşturduğu tahribat, artık mineral makyaj ile tarihe karışıyor.

Esteworld Estetik ve Güzellik Merkezleri Dermatolog Doktoru Eylem Acar; makyaj malzemelerinin doğru seçilmesinin önemini ve mineral makyajın kişinin güzelliğinden ödün vermeden, cilt sağlığını koruduğunu söyledi.

Acar, makyaj seçiminde cildin yağlı/akneli, kuru veya hassas olmasının önemli olmadığını, doğru makyaj ürünlerinin her tip ciltte  kullanılabildiğini vurgulayarak "Cilt tiplerine değişik makyaj ürünleri geliştirilmiştir. Doğru makyaj ürünleri cildimizdeki sorunları kötüye götürmeden, cildin nem oranını korur, aknelerin görünümünü azaltır" dedi.

Dr. Eylem Acar; yeni geliştirilen doğal mikronize mineral bazlı makyaj ürünlerinin, hem kozmetik kamuflaj hem de cildi korumakta etkin sonuçlar ortaya çıkardığını belirterek şöyle konuştu: "Bu ürünler yüzde 100 saf mikronize mineraller içerirler, hiçbir kimyasal madde, talk ve parfüm içermezler. Yapılarında çinko oksit, titanyum dioksit gibi maddeler ve billur kayalarda rastlanan mineraller bulunur.

Mineral bazlı ürünler gözenekleri tıkamaz, komedon (siyah nokta) oluşturmaz. Ayrıca çinko oksit ve titanyum dioksit güneşin zararlı ışınlarına karşı cildi korur. Parfüm, paraben gibi kimyasal koruyucular,cildi hassaslaştıran maddeler  içermediklerinden alerji riski minimumdur. Çinko oksit, titanyum dioksit gibi maddelerin aynı zamanda iltihap önleyici özellikleri de vardır."

10 Şubat 2013 Pazar

Hanımlara şık görünme tüyoları

Kadınlar, kıyafet seçimi yaparken genellikle şık görünme kaygısı içine girerler. Oysa rahatlık ve kendine güven hissi de şık görünmek kadar önemlidir. İşte size hem harika görünmenizi sağlayacak hem de performansınızı ve kendinize güveninizi artıracak öneriler…

Teknolojik kumaşları tercih edin
Şaşırtıcı bir gerçek ama spor salonlarında görülen en yaygın kıyafet kombinasyonu hâlâ sıradan bir penye tişört ve tayt… Oysa günümüzde kumaş teknolojisindeki yenilikler sayesinde performansı artıran, yapılan sporu kolaylaştıran birçok farklı özellikte giysi üretiliyor. Ancak beyinlerde hâlâ “sentetik” giysilere karşı bir önyargı var. Aslında bu son teknoloji ürünü kumaşlar hem daha fazla nefes alma özelliğine sahip, çok daha rahat ve spor yaparken diğer doğal kumaşların aksine şekillerini koruyabiliyorlar. Pamuklu kumaşlar ise hem teri gösteriyor hem de kurumaları zor olduğundan ıslak kalarak ciltte sürtünme sonucunda bazı rahatsızlıklara neden olabiliyorlar. Spor yaparken giyeceğiniz giysileri seçerken nefes alabilme özelliği olan sentetik ürünleri tercih edebilirsiniz.

İç çamaşırı seçimini doğru yapın
Sporcu sutyenleri, sıradan sutyenlerin aksine egzersiz sırasında göğüslere ekstra destek vermek ve rahat bir şekilde hareket edebilmeyi sağlamak için özel olarak dizayn ediliyor. Yanlış sutyen seçimi göğüslerde sarkmaya ve sırt ağrılarına neden olabiliyor. Öte yandan herhangi bir spor sutyeni 6 aylık düzenli bir kullanımdan sonra elastikiyetini kaybetmeye başlıyor. Ancak birçok kadın bu sutyenleri uzun yıllar boyunca kullanma yolunu seçiyor. Oysa yıkama ve kullanmanın etkisiyle özelliklerini yitiren sutyenler göğüsleri yeterince desteklemiyor. Ayrıca sutyen seçerken yapılan sporun ağırlık derecesini de göz önünde bulundurmalı. Örneğin koşu, basketbol, voleybol, binicilik gibi sporlar için yüksek korumalı sporcu sutyenleri kullanmak seçmek gerekiyor.

Kıyafetlerinizi alırken test edin
Spor yaparken eğilirsiniz, zıplarsınız, çömelirsiniz… O yüzden kıyafet seçiminde biraz tedbirli olmakta yarar var. Harika bir vücudunuz bile olsa spor salonlarında abartılı dekolte kıyafetler giymekten kaçının ve hareket ederken üstünüzdekilerin nasıl göründüğünü önceden test edin. Egzersize başlamadan önce soyunma odasındaki aynanın önünde birkaç esneme hareketi yaparak göbeğinizin, kalçanızın, göğüslerinizin nasıl göründüğünü kontrol edin. Böylece “Aman bir yerim açıldı mı, göründü mü?” kaygılarından uzak egzersizinizi rahatça yapabilirsiniz.

Taytların ağ kısmına dikkat edin
Eğer dar bir eşofman altı ya da tayt giyiyorsanız bel ile pantolon ağı arasının yeterli uzunlukta olup olmadığını kontrol edin. Çünkü taytınızı yukarı doğru gereğinden fazla çekiştirirseniz ağ kısmında istenmeyen bir görüntüye neden olabilirsiniz. Böylesine bir frikikten kaçınmak için bu tip ürünler alırken her zaman bel kısmının nerede durması gerektiğini satıcıya sorun.

Spor güneş gözlüğü alın
Eğer sıklıkla açık havada spor yapıyorsanız bir çift spor güneş gözlüğüne yatırım yapmanızda yarar var. Çünkü sıradan gözlüklerin aksine bu gözlükler son derece hafif, hareket ettiğinizde kaymıyor ve bir darbeyle karşılaştıklarında kırılarak tehlikeye yol açmıyor.

G-stringden uzak durun
İncecik bir ip parçasının normal günlerde kullanımının bile ne kadar sağlıklı olduğu tartışılırken, onu egzersiz sırasında kullanmak pek de doğru bir yaklaşım olmasa gerek. G-string iç çamaşırları egzersiz sırasında teri emmiyor ve tahrişe neden oluyor, bakterilerin dolaşımını kolaylaştırarak sistit gibi rahatsızlıklara neden oluyor. Bir de herkesin bildiği üzere pantolondan dışarı çıkarak nahoş bir görüntüye neden olmak gibi bir alışkanlıkları var! Bunun yerine, izsiz, nefes alan ve teri emen bir iç çamaşırı kullanın.

Ayakkabı alışverişine çıkın
Dansa gittiğiniz ayakkabılarla aynı zamanda koşuyor, incecik tabanlı babetlerinizle uzun yürüyüşlere mi çıkıyorsunuz? Ayaklarınızı yaptığınız spora uygun bir ayakkabı ile desteklemezseniz ayak sağlığınıza zarar verir ve kalça-diz eklemlerinde problemlere yol açarsınız.

9 Şubat 2013 Cumartesi

Mutluluğun Anahtarı ...

Hayat şartları ağır, moraliniz bozuk ve yaşamınızda her şeyin çok kötü gittiğine inanıyorsunuz... Şimdi bunları düşünmekten vazgeçin! Sizin için hazırladığımızı birkaç küçük öneriyle, hayatınızı daha neşeli hale getirebilirsiniz.

Kendinizi şımartın 
Hafta içinde kendinize bir gün belirleyin. Bu, işleriniz en az yoğunlukta olduğu bir gün olabilir.  Çocuklarınız okuldayken veya bakıcı evdeyken, kendinize ait bir program yapın. Önce küveti doldurup içine rahatlatıcı losyon veya aroma yağları ilave edin. Ardından, vücudunuz tamamen dinlenene kadar küvette yatın. Hatta bunu yaparken müzik açın, yanınıza içecek ve bir de kitap alın. Bu şekilde hem vücudunuzu, hem de ruhunuzu dinlendirmiş olursunuz. Banyo keyfi bittikten ve iyice durulandıktan sonra vücudunuzun her bölgesini kremlemeyi ihmal etmeyin. Sonra da zamanınız doğrultusunda canınız en çok ne çekiyorsa, onu yapın!

Doya doya gülün
Gülmenin psikoloji üzerine terapi etkisi olduğunu biliyor musunuz? Eğer yanıtınız hayırsa, bunu bir yere not edin! Yapılan araştırmalara göre, gülme hem insanın kendini iyi hissetmesini sağlıyor, hem de sağlık üzerine olumlu etkiler yaratıyor. Bu nedenle, içinizden geldiği kadar gülün. Eğer bunu yapamıyorsanız, her fırsatta komik filmler izleyin, eğlenceli ortamlara katılın.

Hayatınızda değişiklikler yapın
Hayatınızı rutinlikten kurtarmanın en iyi yollarından biri, bazı radikal değişiklikler yapmaktır. İşe önce saç stilinizi değiştirmekle başlayabilirsiniz. Ardından kendinize değişik bir giyim tarzı oluşturun ve alışverişlerinizi bu doğrultuda yapın. Ayrıca, evinizde de yenilikler yapabilirsiniz. Örneğin, başka bir eve taşınabilir veya sadece dekorasyonu değiştirebilirsiniz.

Kendinizi ödüllendirin
Eğer tatlı yemeyi seviyorsanız, kendinizi arada bir çikolata, tatlı veya şekerlemelerle (mümkünse düşük kalorili) ödüllendirebilirsiniz. Ancak miktar konusunda dikkatli olun. Aksi halde sağlığınızı zorlayabilirsiniz. Eğer tatlı yemek yerine başka şeyler tercih ediyorsanız, onları tercih edin. Bunun da ne olduğuna kendiniz karar verin.

Spor yapın
Spor yapmak beden ve ruh sağlığı için gerekli. Bu şekilde hem zinde ve sağlıklı kalırsınız, hem de kendinizi moral olarak daha iyi hissedersiniz. Eğer spor salonuna gidemiyorsanız, evde egzersiz yapabilirsiniz. Kısacası, düzenli olarak her gün egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirin!

İnsanları mutlu edin
İnsanları mutlu etmek, kişinin kendisini de mutlu eder. Bunun için, ya çevrenizde tanıdığınız insanlara ya da tanımadığınız kişilere bazı iyilikler yapabilirsiniz. Örneğin, bir insanın ihtiyacını karşılamak, büyük bir mutluluk kaynağıdır. Üstelik, insanların küçük şeylerden de mutlu olabileceğini unutmayın.

Günü yaşayın
Genellikle çoğumuz hayatımızı önceden planlamayı tercih ediyoruz. Bu şekilde de bugünü yeterince farkına vararak yaşayamıyoruz. Bu nedenle hayatınızı arada bir plansız, anlık yaşayın. Göreceksiniz, bu size yaşamdan daha fazla tat almayı sağlayacak.

Çocukları kötü alışkanlıklardan nasıl korumalı?

Çocukluk dönemlerinde çocuklar tarafından sıklıkla yapılan bazı kötü alışkanlıkların olduğunu belirten uzmanlar, anne babalara çocukları bu alışkanlıklardan korumak için çok fazla baskı yapmak yerine farklı yöntemler geliştirme tavsiyesinde bulunuyor.

İyi niyetli ve anlayışlı aileler bile toplumda “kötü alışkanlık” olarak algılanan bu davranışlar yüzünden sinirlenip, çocuklarını vazgeçirmek için onları azarlama veya cezalandırma yoluna giderler. Fakat bu davranışlar üzerine çok fazla odaklanmak ters tepip, sadece çocuğunuzu daha inatçı yapabilir. Daha da kötüsü, çocuğunuza bu konuda rahat vermemek ve ona sataşmak, onunla bu yüzden alay etmek, kendini cesareti kırılmış ve mutsuz hissetmesine neden olabilir.

Aslında bilinmesi gereken bu gibi çocukluk alışkanlıklarının genellikle zararsız olduğu ve özellikle üzerine düşülmediği takdirde çocukların kendiliğinden bu alışkanlıklardan vazgeçtiğidir. Eğer çocuğunuza yardımcı olmak istiyorsanız onu eleştirmek yerine evde ve okuldaki stres ve gerginliğinin olası nedenlerini araştırıp, ona kendini daha güvenli ve rahat hissedeceği bir ortam sağlamalısınız.

1. Burun karıştırma

Neredeyse bütün çocuklar ara sıra parmaklarını burunlarına sokup, içindekileri çıkartırlar ve çıkarttıklarını ya yerler ya da yakınlarında bulunan bir nesneye sürerler. Böyle bir davranışın toplum içinde yapılması kabul görmeyeceğinden ebeveynler de doğal olarak bu davranışa karşı kayıtsız kalmayıp hemen tepkilerini gösterirler. Bu alışkanlığın tam olarak önüne geçemeseniz de çocuğunuza (genellikle 4-5 yaşlarında) toplum içerisinde burnunu karıştırmaması gerektiğini ve burnunu kağıt mendile silmesinin doğru olduğunu öğretebilirsiniz.

Burun karıştırmanın neden olduğu sağlık sorunları

Burun karıştırmak önemsiz burun kanamalarına sebebiyet verebileceği gibi, solunum yolları virüsleri genellikle elden buruna geçtiği için soğuk algınlığı riskini yükseltir. Şayet çocuğunuz burnunu karıştırdıktan sonra gözünü ovuşturursa, mikropların göze geçerek konjüktivit ve bu gibi enfeksiyonlar oluşturmasına sebep olabilir. Çok sık burun karıştırmak, burunun içinde yara ve kabuklar oluşmasına sebep olabilir. Bu da çocuğunuzun burnunu karıştırma dürtüsünü arttırır.

Burun karıştırmaya karşı ne yapmamalı?

Çocuğunuzu burnunu karıştırırken gördüğünüzde, “iğrenç” ya da “pis” gibi kelimeler kullanmayın. Küçük çocuklar, onların davranışlarından ve bedensel hareketlerinden iğrendiğinize inanırlarsa, sizin kendisini reddettiğinizi düşünebilirler. Öte yandan özellikle okul öncesi çağındaki çocuklara gereğinden fazla tepki göstermek, onlara sizi sinirlendirebilmek için yeni bir ipucu verdiğinden, daha fazla burun karıştırmalarına neden olabilir.

Burun karıştırmaya karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza toplum içerisinde burnunu karıştırmaması gerektiğini gerçekçi örnekler vererek öğretin. Ona kağıt mendil kullanmasını önerin ve sık sık ellerini yıkayın. Enfeksiyonları önlemek için de tırnaklarını sık sık kesin. Eğer bu alışkanlığı yüzünden burnunun içi çok fazla tahriş olmuşsa kabukların iyileşmesi ve yumuşaması için odasında nemlendirici cihaz ya da buhar makinası çalıştırabilirsiniz. Ayrıca her gün pamuklu bir çubukla burnun iç kısmına vazelin sürün. Çocuğunuz bu alışkanlığından vazgeçmeyi kendisi de istiyorsa parmağına bir bandaj sarmayı deneyebilirsiniz. Böylece parmağını burnuna sokmaması gerektiğini hatırlayacaktır.

2. Saç çekme

Saç çekme genellikle 5 yaşından küçük çocuklarda, bir yandan parmağını emerken bir yandan da saçlarıyla oynaması şeklinde ortaya çıkar. Büyük bir ihtimalle parmağını emmeyi bıraktığında, saçıyla oynamaktan da vazgeçecektir.

Saç çekmenin neden olduğu sağlık sorunları

Bazı durumlarda saç çekme alışkanlığı dikkat çekici derecede kel bölgelerin oluşmasına neden olabilir.

Saç çekmeye karşı ne yapmamalı?

Çocuğunuz saçıyla oynadığı için cezalandırmayın ya da bunu önlemek için saçlarını kısa kestirmeyin. Ona parmaksız eldivenler giydirerek davranışı önlemeye çalışmak, ya da ona oyuncak ve bu gibi rüşvetler vermek de işe yaramayacaktır.

Saç çekmeye karşı ne yapmalı?

Okul öncesi yaşlardaki çocukların saçlarıyla oynamalarını önlemenin en etkili yolu bu davranışı görmemezlikten gelmek ve eğer çocuğunuz vazgeçmeye niyetliyse genellikle bu davranışa eşlik eden parmak emme alışkanlığının üzerine eğilmektir. Eğer çocuğunuzun yaşı daha büyükse ve saçını çekme alışkanlığı varsa bir uzmana danışmak yaralı olacaktır. Bazen böyle yardımlar almak depresyon ve bu gibi hastalıkların başlangıcı olabilecek durumların ortaya çıkmasını sağlar.

3. Parmak emme

Bu alışkanlık bebeğin başparmağını keşfetmesi ve onu emmenin ne kadar zevkli olduğunu fark etmesiyle ortaya çıkar. Aslında parmak emme, bebeklerin ve çocukların yorgun, sıkkın veya endişeli olduklarında kendilerini rahatlatmalarına yardımcı olan zararsız bir davranıştır. Çocukların çoğu bu alışkanlıktan 3-4 yaşlarında vazgeçseler de, bazı çocuklar 5 yaşından sonra da devam edebilirler.

Parmak emmenin neden olduğu sağlık sorunları

Parmak emen çocuklarının bazen parmaklarında yaralar, nasır ve tırnaklarında enfeksiyon oluşabilir. Eğer çocuğunuz 6 yaşlarındaysa ve kalıcı dişleri çıktığı halde parmaklarını emmeye devam ediyorsa, dişleri tel takmayı gerektirecek şekilde yamuk ve yanlış çıkabilir.

Parmak emmeye karşı ne yapmamalı?

Parmak emmek o kadar normal ve zararsız bir davranıştır ki, 4 yaşından küçük bir çocukta bu davranışı durdurmak için hiçbir şey yapmaya gerek yoktur. Çocuğunuzun yaşı daha büyük olsa bile parmağını emmeye devam ettiği takdirde onu küçümsemek, azarlamak veya cezalandırmaktan kaçınmalısınız.

Parmak emmeye karşı ne yapmalı?

Okul öncesi yaştaki çocuğunuza güvenli bir ortam sağlamanın yanı sıra ona sıkılmadan yaratıcı oyunlar oynayabilmesi için fırsatlar yaratmalısınız. İki elini de kullanmasını gerektiren oyunlar da parmak emmeyi unutturmak için etkili yöntemlerdir.

Çocuğunuz 4 yaşından küçükse ve bu alışkanlığından kurtulmak istiyorsa, parmağına acı tadı olan ojeler sürmeyi, parmağını bandajlamayı veya parmağını emmediği zamanları yıldızlarla bir tablo üzerinde işaretleyerek onu motive etmeyi deneyebilirsiniz.

Çocuğunuz 6 yaşında büyükse dişlerdeki bozulmaları önlemek için diş doktorunuz parmak emmeyi güçleştirecek bir takım fiziksel engeller kullanmanızı tavsiye edebilir. Ancak uzun süreli parmak emme alışkanlığı duygusal stres ve güvensizliğe sebep olabileceğinden bu durumu çocuğunuzun doktoru ile paylaşmanız iyi olacaktır.

4. Mastürbasyon

Küçük çocukların cinsel hislerinin olmadığı gibi yanlış bir düşünceye sahip olan ebeveynler, çocuklarını cinsel organlarına dokunurken ya da okşarken gördüklerinde çok şaşırıp kaygılanabilirler. Oysa çocuklar daha bebekliklerinde cinsel organlarını da diğer organlarını öğrendikleri gibi dokunarak keşfederler ve bu organın mutluluk verici duyguların kaynağı olduğunu anlarlar. Duydukları hazzın masum tekrarları ise tamamıyla kendini keşfetmenin ve kendiyle oynamanın normal bir parçasıdır. Yine de birçok ebeveyn bu davranışı onaylamaz. Ancak ebeveynler çocuklarının cinsel keşiflerine aşırı tepki gösterirlerse, çocuklar kendilerinde yanlış bir şeyler olduğu sonucuna varabilirler.

Neredeyse bütün çocuklar, genellikle 4 yaşlarında ve ergenlik dönemlerinde olmak üzere, ara ara mastürbasyon yaparlar. Okul öncesi yaşlardaki çocuklar genital bölgelerini elleriyle uyararak, bacaklarının baldır kısımlarını birbirine sürterek ya da bir nesneye sürtünerek mastürbasyon yaparlar. Çocuk bunu yaparken çok meşgul görünebilir ya da kızarmış olabilir.

Kuşkusuz, birçok aile çocuğunu çoğunlukla penisiyle oynarken değil de, parmağını emerken görecektir. Fakat aynı burun karıştırmak gibi bu davranışın kontrol altına alınabilmesi için uygulanırken müdahale edilmesi gerekmektedir. Zaten çocuğunuz bu davranışın toplum içerisinde yapılmasının uygun olmadığını hissettiğinde, sadece yalnızken mastürbasyon yapacak ve dolayısıyla aileler de bu davranıştan daha az haberdar olacak ve daha az endişeleneceklerdir.

Mastürbasyonun neden olduğu sağlık sorunları

Birçok söylentinin aksine mastürbasyon yapmanın sağlık açısından hiçbir riski yoktur. En büyük tehlike ebeveynlerin bu durum karşısında gösterecekleri tepkinin altında yatmaktadır. Çocuklar ailelerin kötü ve aşırı tepkileri nedeniyle vücutlarını keşfetmek ve sevmekten dolayı kendilerini suçlu hissedebilir ve bu davranışlarının ahlaksızlık olduğunu düşünerek duygusal zarar görebilirler.

Mastürbasyona karşı ne yapmamalı?

Ne kadar şaşırmış olursanız olun, çocuğunuza mastürbasyon yaparken rastladığınızda kesinlikle olumsuz tepkiler vermemeye ve yargılayıcı yorumlarda bulunmamaya çalışın. Böyle bir tepki sadece çocuğunuzun mahcup olmasına yol açar. Diğer davranışlar gibi bu davranışa da aşırı tepki göstermeniz halinde onu daha fazla mastürbasyon yapmaya itmiş olur ve bu yüzden de suçlu olduğunu düşünerek kendisine olan saygısını kaybetmesine neden olursunuz.

Mastürbasyona karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza vücudunun bölümlerini öğretirken genital bölgelerin gerçek isimlerini kullanın. Okul öncesi yaşlardaki çocuğunuzu mastürbasyon yaparken gördüğünüzde dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışın. Anlayabilecek yaşlara yani 4-5 yaşlarına geldiğinde genital bölgelere dokunmanın toplum içinde yapmadığımız bir davranış olduğunu anlatın.

Eğer çocuğunuzun bakımıyla sizden başka bir kişi de ilgileniyorsa, o kişinin de sizinle aynı yaklaşım içinde olması gerekir. Aksi takdirde sizin bütün çabalarınız ve soğukkanlılığınıza rağmen diğerlerinin verdiği olumsuz tepkiler çocuğunuzun yine kendini suçlu hissetmesine ve kafasının karışmasına neden olabilir.

Öte yandan çocuğunuz kendini mastürbasyon yapmaktan alıkoyamıyorsa, yapmamasını söylediğiniz halde bu davranışı toplum içerisinde de tekrarlıyor ya da başkalarını da buna zorluyorsa doktoruna başvurmalısınız. Zira böyle bir davranış çocuğunuzun cinsel tacize uğradığının bir göstergesi olabilir.

5. Tırnak yemek

Bu alışkanlığın 3 yaşından itibaren başladığı görülmekle beraber çocukların çoğu 10-18 yaşları arasında tırnaklarını yerler. Tırnak yeme alışkanlığı 10 yaşından itibaren erkek çocuklarda kızlara oranla daha fazla görülür.

Çocuklar tırnaklarını genellikle gergin ve sıkkın olduklarında veya televizyon seyretmek ya da ödev yapmak gibi aktivitelere konsantre olduklarında yerler. Tırnak kırıldığında da bilinçaltından gelen pürüzleri düzeltme isteğiyle tırnaklarını daha sık yemeğe başlarlar. Kuru ve çatlamış ellerde çocukları tırnak yemeye kışkırtan sebeplerdendir. Kurumuş ellerde tırnak etrafındaki ölü deri pürüzlü bir hale gelir ve çocuğu bu derileri çiğneyerek pürüzsüz bir yüzey yaratmaya teşvik eder.

Tırnak yemenin neden olduğu sağlık sorunları

Tırnak yemek, tırnak etrafındaki derininin iltihaplanmasına bu da kanama ve enfeksiyona neden olabilir. Bu alışkanlık aynı zamanda özellikle kesici olan ön dişlerin kenarlarında kırılma ve çatlamalara da neden olabilir.

Tırnak yemeye karşı ne yapmamalı?

Diğer durumlarda olduğu gibi bu davranışın da üzerinde fazla durmamak ve özellikle çocuğa tırnaklarının çirkin olduğunu söylememek gerekir. Çünkü böyle söyleyerek çocuğunuzun sürekli olarak tırnağının şeklini düşünmesini ve düzeltmek için daha fazla yemesini sağlarsınız.

Tırnak yemeye karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza günlük tırnak bakımı yapmaya başlayın. Tırnaklarının kurumasını önlemek için bir nemlendirici ve kuvvetlendirmek için bir tırnak sertleştirici kullanın. Tırnakların kenarlarını ve şeytan tırnaklarını bir törpüyle düzeltin. Günde birkaç defa el losyonu sürün. Eğer bir kızınız varsa tırnaklarının daha kuvvetli olması için şeffaf renkli bir parlatıcı da sürebilirsiniz.

6. Dudak yalama ya da çiğneme

Dudakları ısırma ya da yalama alışkanlığını çocuğunuz dudakları fazlasıyla kuruduğunda onları hafifçe çiğneyerek ve ısırarak, pürüzlü deriyi kopartmaya ve dudağı nemlendirmeye çalışırken edinir. Çocuğunuz gergin, yorgun ve sıkılmış olduğu durumlarda bu davranış artar ve dudaklar ne kadar çok yalanıp ısırılırsa o kadar pürüzlenecekleri için çocuğunuzda da onları ısırıp pürüzsüz bir hale getirebilmek için karşı konulmaz bir istek oluşacaktır.

Dudak yalama ya da çiğnemenin neden olduğu sağlık sorunları

Bu alışkanlık kronikleşirse dudak ve ağız çevresindeki derinin tahriş olmasına ve enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale gelmesine neden olur. Bu da rahatsızlık ve acı veren bir durumdur. Genellikle ağız kenarlarındaki deri kızarır ve tahriş olur.

Dudak yalama ya da çiğnemeye karşı ne yapmamalı?

Dudaklarının çevresinde oluşan kırmızılıktan hiç söz etmeyin.

Dudak yalama ya da çiğnemeye karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza bir dudak nemlendiricisi verin ve bunu gün boyunca kullanmasını sağlayın. Çocuğunuz okul öncesi yaşlardaysa bunu muhtemelen siz yapmak durumunda kalacaksınız. Bu şekilde kurumuş, çatlamış ve pürüzlenmiş dudak ve çevresinin düzelmesini ve çocuğunuzun bu alışkanlıktan vazgeçmesini sağlayabilirsiniz. Çatlakların tekrar açılmasını önlemek için nemlendiriciyi dudak çevresine ovarak sürmek yerine, aşağı yukarı ufak darbelerle sürün. Yatma vakti geldiğinde ise iyileşmeyi hızlandırmak için çocuğunuzun dudaklarına ve dudak çevresine lanolin uygulayın.

7. Diş gıcırdatma

Çocukların ve ergenlerin %15’inde uyurken diş gıcırdatma alışkanlığı olduğu görülmektedir. Bu davranışın kesin sebebi bilinmemekle beraber bir teoriye göre korku ve endişenin sebep olduğu sinirsel bir davranıştır. Genel olarak, çocuklar kalıcı dişlerinin tamamı gelinceye kadar diş gıcırdatmaya devam ederler ancak yetişkinlik döneminde bile bu davranıştan vazgeçemeyenler vardır.

Diş gıcırdatmanın neden olduğu sağlık sorunları

Bir çocuk gece boyunca dişlerini gıcırdatıyorsa bu, çenesini, gece boyunca, uyanıkken bilinçli olarak yapabileceğinden çok daha kuvvetli olarak sıktığını gösterir. Bunun sık sık tekrarlanması ise çene ağrıları, aşınmış, yıpranmış, ayrık dişler ve baş ağrılarına neden olabilir.

Diş gıcırdatmaya karşı ne yapmamalı?

Çocuğunuzu dişlerini gıcırdattığı için eleştirmeyin çünkü o büyük bir ihtimalle dişlerini gıcırdattığının farkında bile değildir. Ayrıca diş gıcırdatmasını engellemek için onu uykusundan uyandırmak da doğru bir davranış olmaz.

Diş gıcırdatmaya karşı ne yapmalı?

Diş kontrollerini aksatmayarak çocuğunuzun diş sağlığını düzenli takip etmeye dikkat edin.

Siz de çocuğunuzda bu problemlerden herhangi biriyle karşılaşıyorsanız ilk olarak onu rahatlatmak, hayatındaki stresi azaltmak için yollar arayın. Endişeli göründüğü zamanlarda ona destek olup derdini anlamaya çalışın. Eğer çocuğunuz sizi memnun etmek için sürekli bir çaba içindeyse, beklentilerinizin onun endişelerinin kaynağı olmamasına dikkat edin ve özellikle yatmadan önce mümkün olduğunca rahatlamış olmasını sağlayın.

Erkek çok kolay vuruluyor

Kendinizi bir aşk doktoru mu sanıyorsunuz? Cevabınız evet olabilir. Ancak bu yazıyı okuduktan sonra bildiğinizi sandığınız her şeyi yeterince bilmediğinizi öğreneceksiniz. Çünkü aşk; kesinlikle kural tanıyan, sınırları olan ve maddeleştirilebilen bir duygu değildir.

Ayaklarınızı yerden kesen o muhteşem duygunun gerçeklerini hiç merak ettiniz mi? Ünlü araştırmacı Helen Fisher, aşkın birbirinden ilginç gizemlerini gözler önüne serdi.

Araştırmacı Helen Fisher, “Neden Seviyoruz: Aşkın Kimyası ve Doğası” adlı kitabında aşk ile ilgili çok basit konuları ele almış. Yepyeni açıklamalarla ele aldığı aşkı bakın nasıl anlatıyor Fisher ve neler öneriyor…

‘Ruh eşi’ diye bir şey yok
Dünyada, bir yerlerde ruh eşinizin yaşadığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Fisher’a göre dünya “diğer yarınız” olma potansiyeline sahip erkeklerle dolu. Sırf ruh eşini bulma düşüncesinden dolayı birçok kadın ilişki değil, ilişki stresi yaşamaya mahkûm. Hâlbuki bu çabalar yersiz.

Yıllar geçtikçe insan olgunlaşıyor. Hayattan beklentileri değişiyor, insanlardan ve aşklardan beklentileri de. Karşınıza kriterlerinizin çoğuna uyan biri çıkarsa, sırf bir iki kriterde sınıfta kaldığı için onu bırakmayın. Gerçek sevgiliden, boş hayaller için sakın vazgeçmeyin.

Kendinizi frenleyin
Birine âşık olduğunuzda, günün 24 saatini onunla geçirmek istersiniz değil mi? Ne olur, aşkınızın kalıcılığı için kendinizi frenleyin. Neden mi? İşte Fisher’ın araştırmaları…

“Birbirini seven iki insan ayrı kaldığında beyin ‘dophamin’ ve ‘norapineprin’ denilen ve aşkı olumlu etkileyen bazı kimyasal maddeler salgılar.”

Yani, çarşamba günü birlikte olduysanız, perşembe akşamını ayrı geçirin. Böylece, hafta sonu buluşmanız çok daha sıcak ve ateşli olacaktır. Bu fikre katılmıyor musunuz? O zaman Fisher’ın bilimsel araştırmalarının sonuçlarına bir göz atmalısınız…

“Yeni aşık olan kişileri ele alıp, şunu gözlemledim: Aşk, duygulardan sorumlu beyin kısmını değil; motivasyon ve hırstan, bir şeyi kazanma arzusundan sorumlu tarafını etkiliyor.

Aşkla ilgili bağlantılar, mutluluk ve mutsuzluk gibi duyguların merkezinde değil, motivasyon merkezinde meydana geliyor.” İşte bunun için aşkımızın yoluna engeller çıktıkça, aşkımız kuvvetleniyor.

Aşk bağımlılık yapar
Fisher aşık olan bir grup kişiyi ele almış ve onlardan sevdikleri kişinin fotoğrafına dikkatlice bakmalarını ve gözlem yapmalarını istemiş. “Gözlemlediğim şey beni şaşırtmadı. Fotoğraflara bakarken, bu kişilerin dopamin seviyesi yükseliyordu. İlaç almış gibi, sıcak bir mutluluğa kapılıyorlardı. Ne hissettiklerini sorduğumda, neredeyse hepsi o an sevgilileriyle birlikte olmak istediklerini söyledi” diye anlatıyor bulgularını.

İlk görüşte âşık olabilirsiniz
Şarkılarda aşk romanlarında, arkadaş sohbetlerinde, çok tartışılan bir konudur ilk görüşte aşk. Peki, siz buna inanıyor musunuz? Fisher, hayvanlardan yola çıkarak, insanlar dünyasına da uyan bazı kimyasal kuralları anlatıyor.

Hayvanlarda bir çiftleşme zamanı olduğunu herkes biliyor. O dönem sona ermeden türün her bireyi kendine uygun bir eş bulmak zorunda ve doğa onları o şekilde yaratmış ki, bu çiftleşme daima olması gerektiği zaman meydana geliyor.

Yani bir anda birleşiveriyorlar. İnsan beyni de aşağı yukarı aynı şekilde programlandığına göre, insan da bir anda birine âşık olabilir.

Erkek çok kolay vuruluyor
Hep kadınların aşkta hızlı davrandıkları düşünülür, ama gerçekte öyle değil. Erkekler kadınlardan daha çabuk âşık olabilir. Erkekler görsel uyarıcılara hızlı şekilde yanıt verir, gözlerine hitap eden kadınlara karşı daha kolay bazı duygular besleyebilir.

8 Şubat 2013 Cuma

Diyeti önce beyninizde yapın

Pasta ve kekler size kendinizi iyi mi hissettiriyor? Düşünce şeklinizi değiştirdiğinizde bir daha asla bu yiyecekleri yerken iyi hissedemeyeceksiniz… Uzmanlar hayatınızı değiştirerek nasıl zayıflayacağınız hakkında birçok ipucu veriyor.

Araştırmalara göre olumsuz düşünceler yüzde yüz yemeğe yönlendiriyor. Bu nedenle ilk olarak her mutsuz olduğunuzda yememek için kendinize dışarıdan bakın. Beliniz ya da kalçalarınız giderek kalınlaşıyor mu? Bu sizi daha da mutsuz etmiyor mu? Burada yiyerek rahatlamayı bırakmak için beyin detoksuna ihtiyacınız olacak.

Aklınızdaki ağırlıklardan kurtulun
Ağırlıkları değiştirmek için gerçekten yapacak birşeyiniz yok mu? Kendi kendinize olmanız gereken kilonun çok üzerinde olduğunuzu söyleyin. Araştırmalar insanın inandığı şeyi tekrarlamasının motivasyon için çok önemli olduğunu belirtiyor. Yani kilolu olmanın kaderiniz olduğunu düşünüyorsanız kesinlikle öyle olacak.

Vücudunuzla ilgili aşağıdaki düşünceler defalarca aklınızdan geçebilir. Bunları aklınızdan çıkarın ve tam tersini düşünmeye ve en az 10 kez söylemeye başlayın.

1. Kolayca zayıflayamam
2. Metabolizmam yavaş
3. Kilo vermek için çok çalışmam gerek
4. Benim için kilo vermek imkânsız
5. Bu benim doğal halim

Belirtilenlerden en çok hangisi sizi anlatıyor? Unutmayın, bu tür negatif düşünceler sizi zayıflatmaz.

Aşırı yemeyi bırakın
İlk adımda negatif düşüncelerinizden kurtuldunuz. İkinci olarak yiyerek rahatlamanızın gerçek sebebini keşfedin. 5 dakikanızı ayırarak hayatınızda sizi en çok üzen şeyin ne olduğunu keşfedin. Ne olduğu, kaç yaşında olduğunuz hiç önemli değil sadece en çok üzüldüğünüz anları yazın.

Şimdi size en çok kilo aldıran sebebi belirleyin. O zamanlar nasıl hissettiğinizi düşünün ve bunun gibi bir cümle ile durumu özetleyin: “Büyükannemsiz korunmasız hissettim” ya da “Ali tarafından istenmediğimi hissettim”. Bu neden yiyerek rahatlamaya başladığınızı bulmanızı sağlar.

Yanlış alışkanlıklarınızı bırakın
Yiyerek rahatlama alışkanlığınıza sonsuza kadar veda edebilirsiniz. Nasıl mı? Duygularınızla yüzleştiniz ve bu alışkanlıktan kurtulmak için yolun yarısına geldiniz. Olumsuz anılarınızı geride bıraktınız buna rağmen bu 5 dakikalık ödevi de yapın. Aşağıdaki cümleyi tamamlayın.

Yeme alışkanlıklarımı kontrol edemiyorum çünkü…………………………..

(sizi mutsuz eden sebepten başlayarak düşüncelerinizi yazabilirsiniz ya da acı veren bir anınızdan yola çıkarak duygularınızı anlatabilirsiniz.)

Daha sonra yazdıklarınızı yüksek sesle okuyun ve ne kadar mutsuz olduğunuzu puanlayın.

“Bu sebepten mutsuzluğum 10 üzerinden………………………….. Ancak daha önce bu şekilde hissetmiş olsam bile kendimi çok seviyorum ve olduğum gibi kabul ediyorum” diye düşünün.

Sandy ve Amanda bunu defalarca yapmanızı öneriyor ve bunun sizi negatif düşüncelerinizden arındıracağını belirtiyor.

İnce düşünmeye başlayın
Şimdi artıl pozitif ve başarabileceklerinizi düşünmenizin zamanı geldi. Kendinizi çok sevin. Bedeninizin sağlıklı olması için yapmanız gerekenleri yapın. Kalorilerinize dikkat edin, düşük yağlı beslenin. Sizin formda kalmanızı sağlayacak “Mutlu, sağlıklı, aşk dolu, eğlenceli, yaratıcı, kibar, akıllı, anne, arkadaş, eş, koca, aşık, dinleyici, öğretmen..im.” gibi cümleler kurun.

“Kendini seven, motive eden, sonuca ulaşan, gülen, sağlıklı bir yaşam süren biri olmak istiyorum” cümlesini her gün, fırsat bulduğunuz her zaman yüksek sesle söyleyin. Bu sizi forma sokarken, formda kalmanızı, motive olmanızı sağlayacak.

7 Şubat 2013 Perşembe

Kalp krizi riskini öğrenmenin en kolay yolu

Modern cihazlarla, ilaçsız ve çok kısa sürede yapılabilen kalsiyum skorlaması, dört yıl içerisinde kalp krizi geçirme riskinin derecesini ortaya çıkarıyor. Kalsiyum skorlaması buzdağının görünen yüzünü değil; suyun altını da gösterdiği için uyarıcı önem taşıyor.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenlerinin başında gelen kalp ve damar hastalıklarının önceden fark edilmesini sağlayacak testler hayat kurtarıyor. Derin bir nefes alma süresinde yapılabilen kalsiyum skorlaması, kalp damarlarındaki kireçlenme miktarını ve buna bağlı olan koroner arter hastalığı riskini ortaya çıkarıyor. Kalsiyum skorlaması sonuçları, kişinin gelecek yıllarına ilişkin bilgi veriyor.

Kalp krizi riskinin önceden belirlenebilmesini sağlayan yöntemler arasında ilk akla gelenin anjiyo olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gürsel Ateş, anjiyo ile kalsiyum skorlamasının birbirinden farklı iki yöntem olduğunu vurgulayarak şu bilgileri veriyor: “Anjiyoda kişinin varolan şartları belirlenip, tedaviye gereksinim duyup duymadığına karar veriliyor. Kalsiyum skorlamasında ise kişinin damarındaki gelişmeleri görmek amaçlanıyor. Böylece, ilerleyen yıllarda kalp krizi geçirme riskinin daha iyi belirlenmesi sağlanıyor.”

40'lı yaşlara dikkat!

Belirgin herhangi bir şikayet olmamasına karşın ailede kalp hastalıkları görülüyorsa kişinin kalsiyum skorlaması yaptırması öneriliyor. Dr. Gürsel Ateş, “Koroner arter hastalıkları, 40’lı yaşlardan itibaren giderek artan bir seyir izliyor. Aile öyküsü olan kişilerde, genç yaşlarda da kalp krizi riski olasılığı var. Araştırmalar, damarlarında kalsiyum birikmesine rastlanmayan kişilerin dört yıl boyunca kalp krizi geçirme riskinin çok düşük olduğunu gösteriyor” diyor.

Kalsiyum skorlamasında istenen, sonucun sıfır olması. Sonuç sıfır değilse, damardaki kalsiyum birikiminin miktarına göre kişide düşük, orta ya da yüksek derecede kalp damar hastalığı riski olduğu düşünülüyor ve çıkan sonuca göre ilaçla tedaviye başlanıyor. Ciddi bir damar tıkanıklığı saptananlara ise koroner anjiyografi uygulanıyor.

Kalsiyum skorlaması nasıl yapılıyor? 

Hastaya ağızdan veya damardan hiçbir ilaç verilmeden, bilgisayarlı tomografi ile sadece bir tutumluk nefes süresinde yapılan kalsiyum skorlaması, hekimlere göre en önemli tarama testlerinden biri. Modern cihazlarla yapılan ölçüm ile daha az radyasyon alınıyor.

Kalp-damar hastalıkları açısından riskli gruplar 

• Sigara kullananlar
• Trigliserid ve HDL düzeyi yüksek kişiler
• Diyabet ve hipertansiyon hastaları
• Kilo fazlası olanlar
• Metabolik hastalıkları bulunanlar
• Bel çevresi erkeklerde 102,  kadınlarda ise 96 santimetreyi geçenler

Erkeklerin cinsel ilişki süresince yaptıkları 5 hata

Cinsel hayatınızdan memnun değilseniz bunun nedeni yatağınızdaki erkek olabilir.

Sevgiliniz ya da eşiniz misyoner pozisyonundayken tek elle sütyeninizi açmayı öğrendi. Fakat kadınların cinsel birliktelik sırasında tatmin olmasını sağlamak bunlarla bitmiyor.

Kadınlar seksi sever. Bir çoğu tüm gün akşam geçireceği harika geceyi düşünür. İş yatağa gelince erkeklerinin onları anlamalarını ister. Bir çok kadın yatakta hala erkeğinden istekte bulunacak kadar özgüvene sahip değildir. Bu akşam eve gittiğinizde cinsel hayatınız hakkında konuşun. Sizi ve onu baştan çıkaran şeyleri ortaya çıkarmaya çalışın.

Unutmayın daha iyi bir cinsel hayata sahip olmak için karşınızdaki dinlemeniz onun ihtiyaçlarına önem vermeniz çok önemlidir.

Görevi başına değil! 
Kadınlar iş hayatında ve evde bir çok şeyi üstlenip, altından kalkarlar. Fakat iş yatağa geldiği zaman erkeklerin liderliğinden hoşlanırlar. Karşılarında, deyim yerindeyse adam gibi adam görmek isterler.   Bu noktada görev kadınlara düşüyor. Onun çekingen ve pasif tavrını yenmesi için onu yüreklendirmeniz gerekli.

Eski olana bağlanmayın!
Eşiniz bir süredir hep aynı adam. Cinsel hayatınızdan tatmin olmanız için sürekli farklı pozisyonlar denemelisiniz. Kadınlar karşısındaki erkeğin, onu cesaretlendirecek kadar farklı olmasını ve yeni şeyler denemesini ister. Bu akşam eve gittiğinizde eşinizi farklı bir yerde ilişkiye girmek için cesaretlendirin. İnanın bu hareketinizden sonra sizin yeniliklere ne kadar açık olduğunuzu anlayacak ve bundan sonraki yere sizi kendi elleriyle götürecek.

Sonuca odaklanıyor! 
Hayat bir yolculuk, bir hedef değil ve bu tamamiyle seks için de geçerli. Siz cinsel birliktelik sırasında kendi doruk noktanıza ulaşmaya çalışırken, bu eşiniz için çok eğlenceli olmayabilir. Sadece hedefe ulaşmak kadınlar için bir hayal kırıklığı yaratır. Cinsel ilişkiniz sırasında onu siz yönlendirin. Yavaşlatın. İsteklerinizi belli edin. Onun da bundan zevk almasını sağlayın. Daha iyi bir skor için sizin isteklerinizi dikkate alacaktır.

Yeterince seks yapmıyoruz! 
Erkeklere kalsa haftanın her akşamı cinsel birliktelik yaşanmalı. Fakat bir çoğu ekran karşısında maç izlerken uyuyup kalıyor. Tüm gece birlikte olmak için ısrar edemezsiniz. Bunun için akşam o eve gelmeden ona maçı unutturacak ya da sizinle birlikte olmayı iple çekeceği bir görünümle onu karşılayın. Unutmayın sadece o istediği zaman yatağa girmemelisiniz, sizin de istekleriniz önemli.

Keşke masaj yapsa! 
Eve giderken kokulu mumlardan ve sabunlardan alın. O gelmeden önce banyoyu romantik bir şekilde hazırlayın. O geldiğinde banyoda olun ve onu yanınıza çağırın çok yorgun olduğunuzu ve masaj yapmasını istediğinizi söyleyin. Birlikte banyo yapın. Devamı sizin ellerinizde. Böylece siz yorgun olduğunuzu söylediğinizde o bu ortamı kendi hazırlayacaktır.

Diyabetten Korunmak İçin 10 Tüyo

Ailesinde şeker hastalığı olanlar, kilolu olanlar, hareketsiz yaşayanlar ve yüksek tansiyon hastalarının diyabet riski yüksek. Peki diyabetten korunmak mümkün mü?...

Medical Park Acarkent Sağlık Söyleşileri’nin ikincisi Diyabet Haftası’nda Prof. Dr. Ziya Mocan tarafından gerçekleşti. Prof. Dr. Mocan, çağımızın hastalığı haline gelen ve ülkemizde 10 milyon kişinin mücadele ettiği diyabet hastalığının tedavisindeki yeni yöntemler ve korunma yolları hakkında Acarkentlileri bilgilendirdi. Acarkent Coliseum’da “Şeker Hastalığı ve Tedavisinde Yeni Yöntemler” başlığıyla gerçekleşen söyleşide, katılımcıların şekerleri de ölçüldü.

Kimler Risk Grubunda?

Prof. Dr. Mocan, “Ailesinde şeker hastalığı olanlar, vücut ağırlığı fazla olanlar, hareketsiz yaşantı sürenler, hamileliği süresince kan şekeri yükselmesi yaşayanlar ve yüksek tansiyon hastaları diyabete daha yatkın” dedi. Diyabet hastalığının belirtilerine de değinen Prof. Dr.  Mocan, “Çok susuyorsanız, çok sık idrara çıkıyorsanız, çok acıkıyorsanız, kilo kaybı yaşıyorsanız, yorgunluk çekiyorsunuz mutlaka şekerinize baktırın. Bunlar diyabet hastalığının en önemli belirtileri” diye açıkladı.

Diyabetten Korunmak İçin 10 Öneri

Prof. Dr. Ziya Mocan, Medical Park Acarkent Söyleşileri’nde 21. yüzyılın getirdiği yeni yaşam şekli dolayısıyla çağımızda hızla artan diyabet hastalığından korunmak için 10 öneri açıkladı:

1) Sağlıklı ve dengeli beslenin.
2) Düzenli spor ve egzersiz yapın.
3) Posalı gıdalar tüketin.
4) Fazla kilolardan kurtulun.
5) Sigarayı bırakın.
6) Bebekleri en az 6 ay emzirin.
7) Düzenli uyuyun.
8) Katı yağlardan uzak durun.
9) Kırmızı et tüketimini azaltın, özellikle balık tüketimini artırın.
10) Karbonhidrat alımını azaltın.

Erkeklerden kadınlara flört taktikleri

İlişki uzmanları erkeklerin tutumlarını 'kadınsal' bir düzeyde inceledi ve işinize çok yarayacak bir ilişki önerileri listesine çevirdi.

Komik olun

Kadınlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanıyorsa, erkekler kendilerini güldüren kadınlara hemen aşık oluyor! Üstelik espri yapabilme yeteneği zekanın en büyük göstergesidir. Yani bir anda onun gözünde zeki ve komik kadın ünvanına kavuşmuş olursunuz.

Bu konuda erkekler arkadaşlarından çok etkilenirler. Kalabalık bir ortamda dikkatleri üzerinize toplayıp ortamın neşe kaynağı olduğunuz anda size vurulacaktır.

Cesur olun

Bir erkek sizinle ilgilendiğinde kendini geri çekmeye çalışmıyor, öyle değil mi? Siz neden öyle olmaktan kaçıyorsunuz? Cesur olmak ürkütücü görünse de ilişkinin başlangıcını kolaylaştırır. Karşınızdakine kendini rahat hissettirir, böylece onu çok daha açık, yalın, samimi ve hızlı bir şekilde tanımaya başlayabilirsiniz.

Çok 'atak' davranışlar karşınızdakini ürkütebilir. Bu yüzden öncelikle emin olmalısınız. Onun size yaklaşımını doğru analiz etmelisiniz. Emin mi, değil mi? Bazen de 'kitabına göre' oynamak ve kendinizi geri çekmeniz gerekir.

Özgüvenli olun

Bunu her fırsatta söylüyoruz. Hayatta istediğiniz her şeyi öncelikle kendinize inanarak başarabilirsiniz. Bazıları bunu ukalalıkla karıştırıyor. Hayır, kendinizi övmenizden bahsetmiyoruz. Bir örnekle açıklayalım: Size iltifat edildiğinde "Yok canım, abartıyorsun" gibi bir cevap vermek yerine sadece samimiyetle gülümseyin ve teşekkür edin. Bu 'evet güzel olduğumu biliyorum ve bunu senden duymak benim için çok önemli' demektir.

Oyuncu olun

Bu ne demektir? Onunla beraber eğlenebilmek demektir. İlkokulda sizden hoşlandığını saçınızı çekerek gösteren bir erkeğin büyüyünce çok değişeceğini zannetmeyin. Yukarıdaki üç maddeyi birleştirin ve yaratıcılığınızı gösterin. Belki hemen ona flörtöz bir cep telefonu mesajı çekmeyi deneyebilirsiniz.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Sağlıklı saçlar için önemli ipuçları

Sağlıklı saçlara sahip olmak, kadın erkek herkes için çok önemli. Basit tüyolarla saçlara gerekli özen gösterildiğinde sağlıklı saçlara kavuşmak ise çok kolay!

Saçtaki kırılmalar, matlaşma ve pullanmalar, çevresel faktörlere, beslenme alışkanlıklarına ve yanlış uygulamalara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Gerekli özeni gösterirseniz sağlıklı saçlara kavuşmanız ise kısa sürede mümkündür.

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Tuğba Türe, “Saç sağlığının korunması için yapılması gerekenler” hakkında bilgi verdi.

Sağlıklı beslenme, sağlıklı saçların altın kuralıdır
Öncelikle saçların kökünden beslendiği unutulmamalıdır. Dışarıdan uygulanan ürünler saçlara sağlık getirmez. Saçlar için gerekli olan vitamin ve mineraller ancak kan yolu ile saç köklerini besleyebilir.

Demir, çinko, vitamin B12, folik asit ve biotinden zengin beslenmek saç sağlığı için gereklidir. (Kırmızı et, yumurta beyazı, kurubaklagiller…)

Dengeli ve düzenli beslenmek, antioksidan yiyecekleri (sebze, meyve vb..) gerektiği kadar tüketmek, düzenli uyku ve stresten uzak durmak saç sağlığı için önemlidir. Dermatoloji uzmanına danışmadan saç sağlığı için önerilen ilaçların kullanılması doğru değildir.

Saç boyası ve jöle saçların zayıflamasına, kırılmasına ve matlaşmasına neden olabilir
Saç boyası, renk açıcılar, jöle, köpük, sprey gibi kozmetik ürünlerin bilinçsiz kullanımı saçlara zarar verebilir. Saç şekillendirici ürünler sık kullanımda ve saçtan temizlenmediğinde saçta kalıntı oluşturarak saç tellerinde zayıflama ve kırılmalara neden olabilir.

Hergün yıkamak saça zarar verir
Saçlar gün aşırı ve ılık su ile yıkanmalıdır. Ayrıca ikisi bir arada ürünler yerine şampuan ve saç kreminin ayrı ayrı uygulanması daha doğru olacaktır. Saç kreminin saç uçlarına sürülmesi yeterlidir.

Sıcak fön kullanmayın
Saçların kaba ve sert bir biçimde taranması saçları yıpratabilir. Eğer kuru ve zor taranan saçlara sahipseniz durulanmayan bakım ürünlerini kullanarak saçlarınızı koruyabilirsiniz. Ayrıca saçlar kurutulurken ve şekillendirirken çok sıcak uygulamalardan kaçınılmalıdır.

Saçınızı sıkı toplamayın
Özellikle alın bölgesinde bant şeklinde görülen saç dökülmelerinin en sık sebebi sıkı toplanmış saçlardır. Bu tarz uygulamalar, zaman içerisinde kıl köklerinin zarar görmesine ve saç kayıplarına neden olabilir.

Soğuk havada yüzünüzü kurulamadan sokağa çıkmayın!

Hava sıcaklıklarının gün geçtikçe düşmesi soğuk havalara bağlı hastalıkları da beraberinde getiriyor.

Hava sıcaklıklarının gün geçtikçe düşmesi soğuk havalara bağlı hastalıkları da beraberinde getiriyor. Soğuk algınlığı, grip ve zatürreden korunmak için kaşkolumuzu sıkı sıkı sarıp, eldivenimizi dahi giyiyoruz ancak bazen yüzümüzü tam olarak kurulamadan ya da saçlarımız ıslakken, başımıza bir kapüşon geçirip sokağa çıkıyoruz. Oysa yüz felci en çok soğuk havayı seviyor ve kendisine dikkat etmeyenleri seçiyor.

Soğuk hava yüz felci riskini artırıyor
Yüz felci, ani başlayan yüzün bir tarafındaki kasların felci ile seyreden bir hastalıktır. Beyinden çıkan 7. sinirin fonksiyonunun bozulması ile ortaya çıkar. Hastalanan kişi, yüzün bir tarafında, kaş kaldırma, göz kapatma ve ağız büzme hareketlerini yapmakta zorlandığını veya yapamadığını fark eder. Görülme sıklığı, yaşa ve yaşanılan coğrafyaya göre değişmekle birlikte, yılda 100 bin kişide 15–35 kişidir. Genç ve orta yaşlı yetişkinlerde biraz daha sık görülür. Yüz felcinin vücutta sessiz duran herpes virüsünün tekrar aktif hale gelmesi ile oluştuğuna inanılır. Bu aktifleşme, sinirde enfeksiyon gelişimine, şişmeye, sıkışmaya ve nihayet fonksiyonunu yapamamaya neden olur.

Laboratuar ve klinik gözlemlerle, herpes virüsünü tekrar aktif hale getiren faktörler belirlenmiştir.

Bunlar:
Fiziksel durumlar: Radyasyon, travma, vücutta başka bir enfeksiyonun olması ve soğuk hava.
Psikolojik durumlar: Sosyal stresler.
Bağışıklığın etkilendiği durumlar: Kanser, yanık, AIDS, transplantasyon, kemoterapi.

Soğuk kış aylarında yüz felci, yaz aylarına göre daha sık görülmektedir. Soğuk havaya maruz kalma, yutaktaki yapıları etkileyip, herpes virusunun aktifleşmesine neden olabilir. Gündüz ve gece sıcaklığında büyük değişimler, açık alandaki soğuk havaya uzun süre maruz kalma veya sık sık aniden soğuk alana çıkma, soğuk havada açık pencereli bir arabada seyahat etme veya açık pencere önünde uyuma, yüzdeki damarlarda kasılmaya ve daralmaya neden olarak geçici olarak az kanlanmaya neden olabilir ve sonuçta sinir hücrelerinde herpes virusunun aktifleşmesine neden olabilir.

Kaşkol ile yüzünüzü koruyun
Yüz felcinden kısmen korunmak mümkündür. Yüzün ıslak ve nemli kalması soğuğun etkisinin artmasına neden olur. Bu nedenle yüzün ve saçların iyice kurutulması önemlidir. Evde, işyerinde ve nakil araçlarında hava akımı olabilecek yerlerde bulunmaktan kaçınılmalıdır. Aşırı soğuk havaya çıkmak veya o ortamda bulunmak gerekiyorsa, soğuğun etkisini azaltacak kaşkol kullanmak gibi önlemler alınmalıdır.

Yüz felci genellikle iyileşen bir rahatsızlıktır. İyileşme sürecini hızlandıran kortizon ve anti viral ilaçları erken dönemde kullanmaya başlamak gerekir. Hastalık oluştuktan sonra da soğuktan korunmak, yüzün ve saçların nemli kalmamasına dikkat etmek çok önemlidir.

Nöroloji Bölümü Uzm. Dr. Abdullah Özkardeş

Sertleşme sorunundan korkmayın

Sertleşme sorunu yaşayan hastaların tedavisi var. İlaç ve protez uygulayarak tedavi edilebiliyor.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Faruk Usta, sertleşme sorunu nedeniyle cinsel yaşamları son bulan erkeklerin artık bahaneleri nin kalmadığını belirterek, 'Sertleşme sorununuz var ise mutlaka tedavi ediyoruz' dedi.

Prof. Dr. Mustafa Faruk Usta, sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin yüzde 86’sının bunu kimseyle konuşmadığını, yüzde 77’sinin ise tedavi için hiçbir şey yapmayıp kaderine razı olduğunu söyledi. Prof. Dr. Usta, "Günümüzde sertleşme sorunu sık rastlanan bir hastalık. 40 yaş üzeri erkeklerin yüzde 52’si belirli bir derecede sertleşme sorunu yaşamaktadır" dedi. Erkeklerin cinsel fonksiyon bozukluklarının ikiye ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Usta, "Yaşları 40 ile 70 yaş arasındaki erkeklerin 69.2’si erken boşalma ve sertleşme sorunu yaşamaktadır. Sertleşme sorunu yaşayan hastaların tedavisi var. İlaç ve protez uygulayarak tedavi edilen hastalar, mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürüyor" diye konuştu.

3 TEDAVİ YÖNTEMİ

Sertleşme sorununun nedeninin ortaya çıkartılmasının ardından mutlak tedavi edilebildiğini belirten Prof. Dr. Usta şunları söyledi:

"Ağızdan alınan ilaç, penisin içine enjeksiyon tedavisi, ya da penis protezleri hastaların imdadına yetişiyor. Ağızdan alınan ilaçlarla başarı oranı yüzde 50- 70 arasında değişiyor. Enjeksiyon uygulamasında zorluklar olmasına karşın başarı oranı yüzde 50. Penis protezinde ise başarı oranı yüzde 100. Bu yöntemle hastanın cinsel organı ve yumurtalıklarına cerrahi müdahale ile protez yerleştiriliyor. Böylece hastaya mutlu bir yaşam imkanı sunuluyor."

'PROTEZ HER YAŞA TAKILABİLİYOR'

Penis protezinin, gerekli ve uygun durumda her yaştaki hastaya takılabildiğini kaydeden Prof. Dr. Mustafa Usta, "Genel durumu seks için uygun olan her hastaya protez ameliyatı yapılmasında sakınca yok. Hiçbir parçası dışarıdan görülmez ve tamamı vücut içindedir. 24 saat içinde işlem biter. Hasta evine döner. Ömür boyu kullanılır. Hasta orgazm olabilir. Meni boşalması olur" dedi.

"Reflekstir" Deyip Hafife Almayın!

Bebeklerde ani sıçramanın nedeni “epilepsi” olabilir! 

Epilepsi, en sık çocukluk çağında, özellikle de 0-1 yaş arasındaki bebeklik döneminde ortaya çıkıyor. Sanılanın aksine sadece vücutta kasılma ve çenenin kitlenmesi gibi büyük nöbetlerle değil, gözden kaçabilecek küçük nöbetlerle de gelişebiliyor. Örneğin, bebeklerde ani sıçrama epilepsinin işareti olabiliyor!

Halk arasında ‘sara’ olarak bilinen epilepsi; ateş ve kafa travması gibi herhangi bir tetikleyici faktör olmadan tekrarlayıcı bilinç kaybı ile bilinçte bozulmanın görüldüğü ataklarla gelişen bir hastalık. En sık çocukluk çağında, özellikle de 0-1 yaş arasında ortaya çıkıyor. Çocukluk çağındaki epilepsi tüm vücutta kasılma/atma, çenenin kitlenmesi ve ağızdan köpük gelmesi gibi belirtilerle seyreden büyük nöbetlerle gerçekleşebileceği gibi; tanınması zor ve kısa süren küçük nöbetlerle de ortaya çıkabiliyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Uğur Işık, bebeklerde sadece kollar, bacaklar ve baş bölgesinde ortaya çıkan ani sıçramanın hafife alınmaması gerektiğine dikkat çekerek, “Klasik epilepsi belirtilerinin yanı sıra, bu tür kısa süren küçük nöbetlerin de asla atlanmaması gerekiyor. Çünkü bu küçük nöbetler anne babalar tarafından gözden kaçarsa sorun tedavi edilmediği için büyük nöbetlere dönüşebiliyor” diyor.

Hangi Nöbetler Gözden Kaçabiliyor?

• Ani Sıçrama ve Kapanma: Bebeklikte kümeler halinde gelen, kollar, bacaklar ile baş bölgesinde ani sıçrama ve kapanma ile gelişen nöbetler ortaya çıkabiliyor.
• Gözlerin Sabit Bir Yere Bakması: Çocuklarda kasılma, atma, gözlerin sabit bir yere bakması ve kusma ile gelişebiliyor. Vücudun tek tarafında kasılma veya vücudun tek tarafında anormal his ile de görülebiliyor.
• Dalma: Absans nöbetlerinde çocuk sadece 5-10 saniye boyunca dalıyor ve çevresine karşı duyarsız oluyor.
• Gece Uykudan Sık Uyanma: Frontal lob denilen (beynin ön bölgesi) bölgede gelişen nöbetlerde gece uykudan sık uyanma, kasılma ve anlamsız hareketler görülebiliyor. Bu durum çoğunlukla uyku bozukluğu ile karışıyor. Ayrıca çocuk anlamsız yere kendi çevresinde dönme veya koşma şeklinde hareketler sergileyebiliyor.
• Ani Baş Düşmeleri: Ani baş düşmeleri ve yere kapaklanma şeklinde nöbetler görülebiliyor.
• Sıçrama: Bazen sadece ani elektrik çarpması benzeri sıçramalar (myokonik nöbetler) ortaya çıkabiliyor.

Çocuğun Hayat Kalitesini Belirliyor

Bazı türlerinde nöbetler günde 50-60 kez tekrar ederken, bazılarında ise yılda sadece 1-2 kez ortaya çıkıyor. Epilepsiye neden olan durum hayat kalitesinde en önemli belirleyici faktör oluyor. Çünkü bu faktör hem çocuğun zeka düzeyini ve davranış sorunlarını hem de epilepsinin şiddetini beliyor. Nöbet sayısı ve nöbet kontrolü hayat kalitesini belirlemede önemli bir rol üstleniyor. İlaçlarla kontrol altına alınabilirse çoğu çocuk okul, spor ve hobiler gibi günlük yaşam aktivitelerine devam edebiliyor.

Bazı Türleri İlaçla Kontrol Altına Alınabiliyor

Hangi tedavinin uygulanacağında epilepsinin türü çok önem taşıyor. Çocukluk çağının iyi huylu genetik epilepsilerinin yüzde 80-90’ı ergenlikte düzeliyor. Bazen de epilepsiler ergenlik çağında başlıyor, bunların bir kısmı ömür boyu tedavi gerektiriyor. Epilepsilerin bir kısmı ilaç tedavisine çok iyi yanıt veriyor. En az 2 yıl, bazen de ergenlik çağına kadar ilaç kullanmak yeterli gelebiliyor. Ancak altta kafa travması veya menenjit gibi nörolojik bir sorun varsa tedavi edilmesi daha güç olabiliyor. Örneğin hastanın çok uzun yıllar ilaç kullanması gerekiyor.

Epilepsi Cerrahisinde Başarı Oranı Yüksek

Tüm epilepsilerin yüzde 20-30’unu dirençli epilepsiler oluşturuyor. Bu durumda ilaç dışında diğer tedavi seçenekleri gündeme geliyor. İlk yöntem de epilepsi cerrahisi oluyor. İyi seçilmiş hastalarda epilepsi cerrahisinin başarısı yüzde 80’lere ulaşıyor. Ancak ne yazık ki her dirençli epilepsisi olan çocuk ameliyat adayı olamıyor. Çocuğun epilepsi cerrahisi adayı olması için nöbetlerinin belli bir bölgeden kaynaklaması ve çıkarılacak bölgenin dil ve görme gibi önemli bir fonksiyonunun olmaması gerekiyor.

Beyne Takılan Pil Belirgin Düzelme sağlıyor

Çocuğun cerrahi yönteme uygun olmadığı durumlarda “vagus sinir stimülatörü” denilen beyin pili tedavisi düşünülebiliyor. Göğüs altına yerleştirilen pil, vagus sinirini belli aralıklarla uyarıyor ve bu nöbetlerde azalma sağlayabiliyor.  Beyin pili tedavisiyle nöbetlerin tamamen durması mümkün olmasa da iyi seçilen hastalarda belirgin düzelme sağlanabiliyor.  Diğer bir tedavi seçeneği de ketojenik diyet. Bazı tür epilepsilerde etkili olan bu diyet yağdan çok zengin beslenilmesi prensibine dayanıyor.

Nedenleri Neler?

• Kromozom anomalileri,
• Beyin oluşumundaki yapısal bozukluklar,
• Beynin oksijensiz kalması veya beyin kanamaları,
• Tümörler,
• Kafa travması,
• Menenjit gibi beyin enfeksiyonları epilepsiye sebep olabiliyor.

Çocuğunuz Atak Geçirdiğinde… 

• Nöbet sırasında çocuğunuzu sağ ya da sol tarafına doğru yatay pozisyonda yatırın.
• Başının altına bir yastık koyun, yakası sıkıysa gevşetin.
• Sallamayın, üstüne su dökmeyin, ağzına bir şey sokmaya çalışmayın.
• En yakın sağlık kuruluşuna götürün ya da çocuğunuzu izleyen doktoruyla iletişim kurun.