istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yaşam Durmaz: Mayıs 2013

26 Mayıs 2013 Pazar

Aşk sağlığa iyi geliyor

Aşk kişiye göre değişen kavram; kimine göre süresi, kimine göre şekli önemlidir.

Bazılarına göre aşkın organı kalp, kimine göre ise beyin. "Aşk olmazsa meşk olsun" söyleyen de var, aşkın platoniğini seçen de.

Peki bu aşk denilen şey nedir? Bilim adamlarına göre beyin aktivitesi. Beyinde artan hormanlarla duygu değişimleri; dopamin, norepinefrin, feniletilamin gibi çeşitli beyin içindeki hormanların aktivasyonları. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. İsmail Yağız, "aşkın sağlığa olumlu etkileri" hakkında bilgi verdi.

Aşk sadece bir duygu mudur? Gösterilebilir mi?

Aşık bireylerin beyin MR görüntüleri incelendiğinde özellikle dopamin içeren bölgelerin, yani beyin sağ bölgesinin yoğun bir biçimde aktivitesinin arttığı gözleniyor. Dopamin vücuda enerji veriyor, iştahı azaltıyor, ilgiyi artırıyor, uykusuzluk, sürekli karşı tarafa odaklanma, onu düşünmeyi sağlıyor. Aşkın 3 fazının ilk dönemi bu şekilde gösteriliyor. Aşkın 2. ve 3. döneminde ise biraz daha sakinlik, sevgi, iletişim, koku duyguları, alışkanlık ve güven hissi ön planda. Bu dönemlerde ise serotonin ve diğer mutluluk sağlayan endorfinler etkili.

Peki "aşk olmazsa meşk olsun" diyebiliyor muyuz?

Yapılan bilimsel çalışmalarda intihar girişiminde bulunan gençlerde kalp kırıklığı, terk edilme, aşkın kabul görmemesi gibi nedenler var. Aşk problemleri özellikle genç bireylerde toplum dışına itilme, yalnızlık ve depresyonu tetikleyerek yaşam isteğini azaltıyor. Kırık kalpli gençlerin hayatları incelendiğinde aile ilişkilerinde problemler, şefkat ve ilgi eksiklikleri gözleniyor. Hükümetler gençlerin üzerine daha fazla durulması, sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi, gençlik cesaretinin olumsuz bir sonuca yol açmaması için önlemler alınması üzerinde duruyorlar.

Aşık olmak kilo vermede büyük bir etken

Aşk hem psikolojik hem de fizyolojik etkileri ile sağlığa iyi geliyor. Fiziksel etkilerde iştahsızlık ve metabolizma hızının artması başı çekiyor.

Aşkın fiziksel etkileri:

1.Kan akımının düzenlenmesi
 Dopamin ve norepinefrin kan akımını artırır.

2.İştah azalması
Tokluk merkezinin uyarılmasıyla açlık hissi kaybolur

3.Kalp ritminin hızlanması
Noradrenalin kalp atım hızını artırır.

4.Yağ yakımı
Stres hormonları olarak bilinen noradrenalin yağ yıkımını sağlar.

5.Metabolizmanın hızlanması
Kilo kontoru ve zayıflık sağlar

6.Hafıza ve becerilerin artması
Artan kan beyin kan akımı hafıza ve becerilerin artmasını sağlar.

7.Ağrıyı daha az hissetme
Güçlü vücut içi morfin olan endorfinler hem ağrı algısını azaltır hem de mutluluk sağlar.

8.Bağışıklık sisteminin güçlenmesi
Endorfin ve serotonin yüksekliği bağışıklık sistemini güçlendirir.

9.Cilt sağlığının artması
Kan akımı değişiklikleri ve seks hormonlarının artması ciltte duruluk ve canlılık sağlar.

10.Östrojen ve testosteron artması
Üreme isteğini artırır.

Aşkın psikolojik etkileri arasında motivasyonu artırma yönü ön plana çıkıyor. Kişinin kendisine olan güveninin artması da hem sosyal hayatta hem de iş yaşamında başarıyı getirebiliyor.

Psikolojik etkiler:

1.Motivasyonun artması
Kendine güvenen ve enerjik bir bünye, konsantrasyon yoğunluğunu sağlar.

2.Anti depresan etkiler
Kullanılan antidepresanlar serotonin ve noradrenalin türevi maddeler içerir.

3.Özgüven ve başarı
Mesleksel başarılara imza atılır.

4.Dışa dönük, sosyal kişilik yapısı
Mutlu ve sosyal bir kişilik yapısı sağlar.

Aşk sağlıklı bir biçimde yaşandığında bağışıklık sistemi üzerindeki olumlu etkileri sayesinde hastalıklardan koruyabiliyor. Kişinin tüm güzellikleri ile yaşadığı aşka dengeli ve sağlıklı bir yaşam şeklini de eklemesi gerekiyor.

Cinsel Yaşamı Yok Eden Faktörler

Uzmanlara göre çiftler cinsel sorunlar nedeniyle cinsel ilişkiye ilgilerini kaybedip, cinsel hayatlarında keyifsizlik yaşıyorlar. İşte ilişkiyi çıkmaza sokan ve cinsel hayatı keyifsizleştiren nedenlerden bazıları...

İltihap ve Tahriş

Vajina girişindeki ve içindeki iltihaplar, vajinanın kayganlığını sağlayan bezlerin iltihabı ciddi ağrılara yol açıyor ve cinsel ilişkiyle bu ağrı artıyor. Travmatik faktörler, düşmeye bağlı tahriş cinsel ilişkide ağrıya neden oluyor. Kadınlarda vajinal sıvı yeterli olmayabilir ve bu ilişkiyi ağrılı hale getirebilir. Bazı kadınlar cinsel olarak uyarılmayabilirler (frijidite).

Ağrılı Cinsel İlişki

Alt karın bölgesinde rahmi ve rahmin arka boşluğunu ve tüpleri etkileyen hastalıklar nedeniyle ortaya çıkabilir. Enfeksiyonlar, daha önce karın içinde geçirilen ameliyatlara bağlı karın içi yarıklar da ağrı nedenidir. Yumurtalıklardaki kistler, rahimdeki saplı miyomlar, karın zarı altındaki miyomlar da derin ağrıya neden olur. Cinsel ilişkinin başlangıcında ağrı olmasa bile ilişkinin ritmine bağlı olarak ağrı artar. Rahim boynundaki ve vajinaya doğru uzanan miyomlar ise cinsel ilişki sırasında kanamaya yol açar. Rahim boynundaki kanserlerde de cinsel ilişkide kanama meydana gelir. Bu yüzden ağrılı cinsel ilişki doktora başvurulması için çok önemli faktördür. Nedeninin kesinlikle belirlenmesi gereklidir. Historektomi, apandist ameliyatları ağrılı cinsel ilişkiye neden olmazlar. Ancak ameliyatın kalitesiyle ilgili bir sorun söz konusuysa, ameliyattan sonra yara izi kalmışsa cinsel ilişkide ağrı olabilir.

Bulaşıcı Hastalıklar

Genital herpes, bel soğukluğu, AIDS… Bu hastalıkların tedavi edilmediği takdirde kısırlıktan iç organ iltihabına, erken doğumdan anne karnındaki bebeğin ölümüne kadar pek çok ciddi sorun doğuruyor. Üstelik bazıları sadece cinsel ilişkiyle değil, yakın beden teması, öpüşmeyle bile geçebiliyor. Kimi hastalıklar ağrı, akıntı, idrar yaparken yanma gibi belirtiler verirken, kimileri ise sinsi sinsi ilerliyor. Bu hastalıkların fiziksel şikayetleri cinsel yaşamı da keyifsiz hatta imkansız kılıyor.

Kullanılan İlaçlar

Erkek cinselliğini etkileyen nedenlerin başında fiziksel olanlar geliyor. Özellikle belli bir yaştan sonra kalp sorunları için kullanılan birçok ilaç cinsel isteği ve performansı etkiliyor. Bu ilaçlar arasında: Hipertansiyon ilaçları; idrar söktürücü ilaçlar; Trankilizanlar; antidepressanlar ve göğüs ağrısı ya da düzensiz kalp atışı için kullanılan bazı ilaçlar. Bu tür ilaçlar cinsel dürtüyü ve normal cinsel fonksiyonu etkileyebiliyor. Erkeklerin cinsel yaşamını keyifsiz kılan sorunlar arasında ereksiyon olamama ya da ereksiyonu

Psikolojik Faktörler

Psikolojik faktörler cinsel ilişkiye yönelik ilgi ve kapasitenin azalmasında önemli rol oynuyor. Depresif, üzgün ruh hali, uyumada güçlük çekmek ya da çok uyumak, normalden daha çok ya da az yemek yemek, aşırı kilo ya da aşırı zayıflık bunlar arasında yer alıyor. Uzmanlar özellikle işte yaşanan stresin altını çiziyor ile stres ve yorgunluğun faturası cinsel isteksizlik olarak çıkar uyarısında bulunuyor.

Her Yaşın Sporu Tempolu Yürüyüş

Yürüdükçe beyin mutluluk hormonu (endorfin) salgılar, kaslar güçlenir ve diyabet hastalığının gelişi ötelenebilir.

Çabuk yorulmanın en önemli nedenlerinden birinin kalp, akciğer ve kasların kondisyonunun düşüklüğü olduğuna dikkat çeken Bayındır Hastanesi İçerenköy Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak,” İki adımda nefes nefese kalıyorsanız hareketsiz yaşıyorsunuz demektir. Yürüyün kondisyonunuz artsın, yürüyün çünkü her yaşın, her hastalığın, her yerin sporu yürüyüştür” dedi.

Her Gün Yarım Saat

Kalp hastalığı, kilo problemleri, şeker hastalığı, kolesterol hastası ya da sağlıklı bir birey olarak, sadece kalp sağlığı için değil, tüm vücudun sağlığı için her gün yarım saatlik tempolu yürüyüşler yapılmalıdır. Sağlıklı bir yaşam için eve gelirken, işe giderken bir durak önce inilebilir ve asansör kullanımı yerine merdivenler tercih edilebilir.

Yarışmaya katılacak bir sporcu ya da salon sporları yapacak bir birey, sportif faaliyetlere başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmelidir. Çünkü doktor kontrolleriyle kalbin dayanıklılığı ve spora hazır olup olmadığı kontrol edilir. Ayrıca uzun süre ara verildikten sonra birden bire spora başlamak uzun süredir spor yapmamış kalbi riske atmak demektir.

Doktor kontrolü ile tansiyon ve kalp seslerinin düzenli olup olmadığına, kan tetkikleri ile şeker ve kolesterol düzeylerinin uygunluğuna, EKG ile kalp ritimde bir sorun olup olmadığına, Efor testi ile kalp damarlarında bir sorun olup olmadığına ve Eko ile kalp kapaklarında ve kasılmasında bir sorun olup olmadığına bakılır.
Bu kontrollerden sonra güvenle spor yapılabilir. Her yaşın sporu ayrıdır. 40 yaşını geçenler kalp sağlığı için yarışmacı sporlardan kaçınmalı, halı sahada futbol oynama işini gençlere bırakmalıdır. Bu yaşlardan sonra yapılan ağırlık çalışmaları da kalbi zorlar. Her yaşın en uygun sporu tempolu yürüyüştür. Fakat çok sıcak ve çok soğuk havalarda yürüyüşlere ara verin.  Açken ve yemeklerden hemen sonra yürüyüş yapmayın. Yürüyüş için en ideal zaman yemek ya da kahvaltıdan 1-1,5 saat sonrasıdır.

Kalp Hastaları Yürüyüş Yapabilir mi?

Yürürken göğüs ağrısı oluşmayan kalp damarlarına stent takılmış ya da bypass olmuş kalp hastaları da yürüyebilir. Bu hastalar düzenli olarak doktor kontrolünden geçtikleri için, yürüyüş onların yaşam tarzlarının olmazsa olmazlarından olmalıdır. Yürüdükçe kalp kası güçlenir, damarlar daha iyi kan pompalayarak tıkalı damarlara da destek vermeye başlarlar. Yürüdükçe beyin mutluluk hormonu endorfin salgılar ve belli bir süre sonra yürümenin müptelası, bağımlısı olunur. Herhangi bir nedenden yürüyemediğinde artık kişi kendini mutsuz hissetmeye başlar. Yürümekle kaslar güçlenir, göbek erir, kolesterol düşer, kilo sorununun ortadan kalkması kolaylaşır ve diyabet hastalığının gelişi ötelenir.

10 Adımda Kusursuz Bir Cilt

Sağlıklı bir cilt sayesinde her zaman daha dinç ve daha genç görünebilirsiniz. Ancak hayat tarzı, beslenme alışkanlıkları, sigara kullanımı gibi pek çok faktör cildinizi olumsuz yönde etkiler. İşte, daha sağlıklı bir cilde sahip olmanız için pratik yöntemler...

Epila Slimed Club Genel Koordinatörü Ayşe Bocan, kusursuz bir cilde sahip olmak için yapılması gerekenler şöyle sıraladı:

1. Makyajınızı temizlemeyi unutmayın; Özellikle yorgun bir günün ardından makyaj tazelemeyi ihmal edebiliriz. Ancak makyajlı bir ciltle uyumak gözenekleri tıkayarak toksinlerin cilt yüzeyine çıkıp atılmasını önler. Bu da uzun dönemde cildinizin daha çabuk yaşlanmasına neden olur.

2. Vitamin içeren besinler tüketin; Cilt sağlığı için beslenmenin önemi azımsanamayacak kadar fazladır. Özellikle B, C, E, A ve K vitaminleri cildinizin canlı kalması sağlar.

3. Bol bol su için; Su, sağlınız kadar güzelliğiniz için de çok önemlidir. Cildin nem kaybını karşılar, erken yaşlanmasını engeller.

4. Ayda bir cilt bakımı yaptırın; Şehir hayatının kaosu ve iş hayatının stresinden biraz uzaklaşmak ve cildinize gereken özeni göstermek için kendinize biraz zaman ayırıp cilt bakımı yaptırın. Cildinizin ihtiyacına göre yapılacak olan cilt bakımlarında cildiniz yoğun bir şekilde nemlendirilerek canlılık kazanacaktır.

5. Sigarayı bırakın; Sigaranın verdiği zararlar ilk olarak cildinizde gözlenir. Ciltte sivilcelerin çıkmasına, kırışıklıkların artmasına neden olan sigarayı bırakarak hem sağlığınızı hem de cildinizi korumuş olursunuz.

6. Uykusuz kalmayın; Geç yatılmış bir gecenin izleri hemen grileşmiş yorgun görünümlü bir ciltle kendini ele verir. Eğer yeterli derecede uyuyamıyorsanız, bunu uyandığınızda kan dolaşımını sağlayacak hareketler ve yüzünüze soğuk su çarparak telafi etmeye çalışın.

7. Doğru ürünleri kullanın; Her bakım kremi her cilt tipi için uygun değildir. Kuru, yağlı ve karma olmak üzere üç farklı cilt tipi olduğunu belirten Ayşe Bocan cilt tipinize uygun bakım ürünleri kullanmanın oldukça önemli olduğunu söyledi. Yanlış bakım ürünlerinin ciltte yağlanmalara ya da kurumalara neden olabileceğini de belirten Bocan cilt tipinizi öğrenmek için güvenilir bir klinikten yardım almanın faydalı olabileceğini de ifadelerine ekledi.

8. Cildinizi Nemlendirin; Nemlendiriciler cildiniz için gereken nemi kazandır ve  aynı zamanda onu zararlı dış etkenlerden korurlar.

9. Düzenli egzersiz yapın; Egzersiz, cildin kan dolaşımını hızlandırır ve sağlıklı görünmesini, parlamasını sağlar.

10.  Stresten uzak durun; Uykusuzluk ve stres, cildin baş düşmanlarıdır. Gün içinde stresli   ortamlardan uzak durmaya çalışın.

Suda Kolay Zayıflama Egzersizleri

Hem eğlenceli dakikalar yaşamak hem de forma girmek ister misiniz? 

1 hafta boyunca her gün yapacağınız 7 su egzersiziyle tatil dönüşündeki farkı fotoğraflarda bile göreceksiniz. Çünkü bu egzersizleri, diyetle destekleyerek, 7 günde tam 1 beden incelmeniz mümkün.

Kol Egzersizi

İki ayağınızı yere basın ve sırtınızın dik olmasına özen gösterin. Ellerinizi omuzlarınıza dirsekleriniz açık olacak şekilde yerleştirin. Bir aşağı bir yukarı hareket ettirin. Ardından, biraz eğilerek sol kolunuzu sağ bacak dirseğinize yaklaştırın ve bu hareketi birkaç kez tekrarlayın. Bunu yaparken derin nefes alıp vermeye dikkat edin.
Daha İyi Sonuç İçin: Egzersiz sırasında dirseklerinizi çok kırmayın. Vücudunuza dikey konumda olmalarına dikkat edin.

Karın Egzersizi

Omuzunuz da içeride olacak şekilde suyun içine girin. Ellerinizi ve kollarınızı öne doğru yatay şekilde uzatın. Şimdi de bir aşağı, bir yukarı hareket ettirin. Daha sonra ellerinizi karnınıza doğru birleştirerek ileri geri hareketlerle basınç uygulayın. Karın bölgenize uyguladığınız bu basınç sayesinde fazla yağlarınızdan kurtulabileceksiniz.
Daha İyi Sonuç İçin: Karnınızın Basıldığını hissedin. Düzenli nefes alarak karın kaslarınızın çalışmasına yardım edin.

Omuz Egzersizi

Bacaklarınızı hafifçe açın. Kollarınızı, elleriniz önde, omuz yüksekliği hizasına kadar kaldırın ve hemen ardından dizinize kadar alçaltın. Bu hareketi 5 kere tekrarlayın. Daha eğlenceli hale getirmek istiyorsanız avuç içleriniz size dönük şekilde tekrar edin.
Daha İyi Sonuç İçin: Kollarınızı ön kısmını çalıştırmak için dirseklerin vücudunuza değecek biçimde tutun.

Göğüs Egzersizi

Kollarınızı geniş biçimde açarak bir bacağınızı geriye atın. Diğer bacağınızdan da destek alabilmeniz için vücudunuzun ağırlığını öne bırakın. Kollarınızı mümkün olduğu kadar uzakta çapraz şekilde tutun. Suyun basıncına karşı bu şekilde dengede durmayı deneyin.
Daha İyi Sonuç İçin: Çapraz hareketlerle kollarınızla suyu hızlıca çalkalayın. Karın kaslarınızın hızlıca hareketlendiğini hissedeceksiniz.

Kalça Egzersizi

Bir bacağınızı yere koyun, diğerini dik açı yapacak şekilde havaya kaldırın ve sağa doğru açın. Bu şekilde dengede durmayı deneyin. Ardından aynı duruşu diğer bacağınızla tekrarlayın.
Daha İyi Sonuç İçin: Dizinizi sağa doğru kaldırın ve bu şekilde dengede durmayı deneyin Böylece karın kaslarınızı harekete geçireceksiniz

Bacak Egzersizi

Bacağınızı gergin şekilde kırmadan öne doğru kaldırın. Kollarınız da bacağınıza dikey konumda dursun. Sağ bacağınızı kaldırarak kollarınızla bacağınıza uzanmaya çalışın. Bu hareketi daha sonra sol bacağınızla uygulayın.
Daha İyi Sonuç İçin: Sırtınızın kambur olmamasına dikkat edin. Sırtınız dik konumdayken kaslarınız daha fazla çalışacak.

Baldır Egzersizi

İki bacağınızı açarak parmak ucunda durun. Bacaklarınızın gergin olmasına özen gösterin. Bacaklarınızla makas hareketi yapın ve bu şekilde seke seke yürüyün. Bu şekilde kalçalarınızın sıkılaşmasına olanak tanıyacaksınız.

Daha İyi Sonuç İçin: Egzersiz boyunca parmak ucunda durun. Kalçalarınızı sıkıp dengede durmaya çalışın. Böylece vücudunuzun sıkılaştığını hissedeceksiniz.

Etkiyi Artırın

Suya Gömülün: Omuzlarınızın da suyun içinde olduğundan emin olun. Bu konum hareketlerinizi daha yumuşak yapmanıza olanak sağlayacak.

Ritmi Hızlandırın: Egzersizi ne kadar hızlı tekrar ederseniz, suya karşı dayanıklılığınız bir o kadar artacak ve hareketlerden elde ettiğiniz sonuç daha etkili olacak. Ayrıca suyun yumuşaklığı hareketlerinizi uygulamada size yardımcı olacak.

Her Harekete Ayakla Başlayın: Suyun içinde 5 ya da 7 dakika boyunca koşun. Bacaklarınızı kendinize doğru çekin. Topuğunuzu kalçalarınıza doğru kaldırın.

Vücudunuzun Konumunu Gözlemleyin: Egzersizin doğru etkiyi sağlaması için vücut pozisyonunuzun doğru olması gerekir. Sırtınızın dik, karın ve kalçaların ise sıkı olmasına özen gösterin.

Kendinizi Motive Edin: Her egzersizi birkaç kere tekrarlamanız gerekiyor. Eğer hızlı ve çevik hareket ederseniz egzersizler çok zamanınızı almayacak. Bu şekilde vücudunuz efor sarfedecek ve kaslarınızın hızlıca enerji yakmasını sağlayacaksınız.

Terleyin: Doğru egzersizin ilk kuralı, kasların ihtiyacı olan oksijeni elde etmesi. Bunun için düzenli olarak derinden nefes alın. Ne kadar çok hareket ederseniz o kadar çok terleyeceksiniz. Düzenli olarak tekrar ettiğiniz sürece fazla yağlarınızdan kurtulduğunuzu fark edeceksiniz. (Formasante)

Takıntılarınızın Kölesi Olmayın!

"Ellerimi yıkamadan duramam, kıyafetlerimi temiz olduğuna inana kadar yıkıyorum, bulaşık makinesi benden iyi temizleyemez, kapı kollarına dokunamam, başkasının evinde tuvalete giremem" diyenlerden misiniz? Dikkat, aşırı temizlik düşkünlüğü hastalık belirtisi… 

Halk arasında temizlik hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif kişilik bozukluğu hem kişiyi hem de çevresindekileri hasta ediyor. Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Dr. Mehmet Yavuz, her 100 kişiden ikisinde görülen temizlik hastalığı hakkında bilgiler verdi.

- Temizlik hastalığı nedir?
Temizlik hastalığı olarak adlandırılan bu hastalık aslında Obsesif Kompulsif bozukluklardan bir tanesidir. Takıntılı şekilde temizlik tutkunluğu, her şeyin kirli olduğu hissine inanma ve her şeyi sürekli yıkama silme gibi eylemlerin sürekli tekrarlanması temizlik hastalığı olarak adlandırılır. Bunun altında yatan sebep anksiyete bozukluğu, şüphecilik ve emin olamama hissi, saplantılı düşüncelerdir. Diğer tüm takıntılarda olduğu gibi aynı süreci izler. Kişi bu bozuklukların mantık dışı olduğunu bildiği halde kendi davranışlarını engelleyemez. İstem dışı davranışlarını sürekli tekrarlayarak engellemeye çalışır. Saplantılı düşünceden kurtulmaya ve unutmaya çaba gösterir. Fakat başarılı olamaz. Örneğin elini yıkadığı halde emin olamadığı için tekrar yıkayabilir. Bu hastalık tedavi edilebilir bir hastalıktır. Fakat tedavi edilmediğinde ciddi sağlık problemleri ortaya çıkabilir.

Aileden Miras Kalabilir!

- Temizlik hastalığının belirtileri nelerdir?
Kişi sürekli ellerini yıkar, evi temizler, eve gelen bir misafirin ardından kullandığı her şeyi temizleyebilir. Zamanın çoğunu temizlik yaparak harcar. Kirli olduğunu düşündüğü her nesneyi yıkar ve temizlemeden kullanamaz.

- Temizlik hastalığına etki eden faktörler nelerdir?
Aslında takıntılara sebep olabilecek pek çok neden öne sürülmekteyse de kesin olarak nedeni bilinmemektedir. Biyolojik, psikolojik, çevresel faktörler neden olabilir. Ailesi çok düzenli ve titiz ya da aşırı kuralcı olan bir çocukta bu tür saplantılı düşünceler ve buna bağlı olarak saplantılı davranış biçimleri gelişebilir. Örneğin annesi çok titiz olan bir çocuk ileride temizlik hastalığına yakalanabilir. Aynı zamanda yakın bir dönemde yaşadığı acı bir olay da takıntılara sebep verebilir. Örneğin vefat, iflas, boşanma gibi yaşanan zor süreçlerden sonra Obsesif Kompulsif düşünceler ve eylemler görülebilir.

Kendilerine Zarar Veriyorlar

- Takıntılı kişilik durumları yaşamı nasıl etkiler?
Öncelikle kişinin sosyal ve iş yaşantısı bozulur. Aşırı temizlik tutkusundan ötürü çevresindeki arkadaşları evine gelmek istemeyebilir. Kendisini bu durum karşısında mutsuz hisseder. Aynı zamanda bu tarz hastalıklarda kişi en çok kendisine zarar verir. Zamanın çoğunu temizliğe ayırdığı için zaman kaybı yaşar diğer yapması gereken hiçbir şeye konsantre olamaz. Gerek ev ve sosyal çevresiyle gerekse iş ortamı ile ilişkileri bozulur. İş performansı önemli derecede olumsuz etkilenir. Evli ise eşi ve çocuğu ile iletişim bozukluğu yaşar. Kendisini temizlik yaparak sürekli hırpalar, günün sonunda yorgun ve bitkin düşer. Bir dönem sonra kişi bedensel olarak da belirli rahatsızlıklara zemin hazırlamış olur. Örneğin bel, kas eklem ağrıları bu dönemde ortaya çıkabilir. Aynı şekilde zamanında tedavi olunmazsa bireyde depresyon gibi psikolojik birçok rahatsızlık da ortaya çıkabilir.

Simetri ve Kontrol Takıntısı...

- Diğer obsesisif kompulsif bozukluklar nelerdir?
Sürekli kontrol etme “ütünün fişini çekmiş miydim, kapıyı kilitlemiş miydim, ocağı kapatmış mıydım” gibi sorular sürekli sorulur. Kişide emin olamama durumu, simetrik olarak nesnelerin düzenli durmasını istemek, ihtiyaç olur düşüncesi ile eşya ve giysileri biriktirmek, günah işlemekten korkma gibi nitelendirilen birçok takıntılı davranış bozukluğu sıralanabilir.

- Obsesif kompulsif kişilik ile takıntılı kişilik arasındaki farklar nelerdir?
Toplum arasında Obsesif olarak adlandırılan her kişi takıntılı kişilik bozukluğu yaşıyor olarak değerlendirilmez. Takıntılı kişilikte birey tutucu, titiz, garantici, sorgulayıcı tavırlar gösterebilir fakat bu durumdan şikâyetçi değildir. Bunu diğer kişilerden daha üstün bir özellik olarak adlandırabilir. Hatta bu kişiler çalıştıkları iş yerlerinde denetleyici özellikleri iyi olduğu için şef, müdür gibi konumlara getirilirler. Onlar davranışlarından şikâyet etmeyebilir fakat çevresindekiler bu özelliklerinden dolayı onlardan rahatsız olabilir.
Obsesif Kompulsif bozukluklarda ise tam tersi bir durum söz konusudur. Kişi kendisinde oluşan aşırı şüphecilik ve saplantılı davranışlarından rahatsız ve mutsuzdur.

Takıntılarından Dolayı Suçlamayın

- Nasıl tedavi edilir?
Bazı araştırmacılar bu hastalarda beynin ön kısmı olan frontal kortex ile içyapılardan bazal ganglionlar arasında iletişim kopukluğu olduğunu ileri sürmektedir.  Tedavide amaç öncelikle var olan hastalığı tedavi etmek sonra da hastalığın tekrarlamasını önlemektir. Bu amaçla üç tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri kullanmak. (Antidepresan ilaçlar) Bilişsel davranışçı terapi uygulamaları TMS (Transkranial Manyetik Stimülasyon) tedavide kullanılabilir.

OKB’de tedavi oldukça zor ve uzun solukludur. Genellikle ilaçlar nispeten daha yüksek dozda ya da birkaç ilaç kombine şeklinde uygulanır. OKB, tedavisi zor olan bir süreçtir. Ancak yine de üstesinden gelinemeyecek bir hastalık değildir. Son zamanlarda ilaç tedavisi ile birlikte uygulanan, TMS tedavisinin oldukça etkili olduğu görülmektedir. TMS, sağladığı manyetik vurular ile bir nevi resetleme yaparak, frontal korteks ile bazal ganglionlar arasında ki uyumsuzluğu ortadan kaldırabilir ve böylece çok etkili ve çarpıcı sonuçlar verebilir.
Ayrıca, Obsesif Kompulsif bozukluklar kaygı hastalığı olduğu için “Davranışçı Tedavi” olarak adlandırılan eğitimsel terapi yöntemleri fayda sağlayabilir. Hastanın kirli olduğunu düşündüğü nesne ile temas etmesi sağlanır.

Obsesif Kompulsif bozukluklar inatçı hastalıklardır. Yenilemeler ve gerilemeler görülebilir. Terapi, ilaç tedavisi birlikte uygulandığında daha iyi sonuçlar verebilir. Ailenin davranış şekli bu konuda çok önemlidir. Aile takıntılarından dolayı kişiyi suçlamamalı, bunun bir hastalık olduğunun bilincine vararak, kişiyi en kısa zamanda tedavi ettirmelidir.

Osteoporoz Erkekleri de Vuruyor

Halk arasında "kemik erimesi" olarak bilinen ve daha çok kadınları etkilediğine inanılan osteoporoz erkeklerde de önemli sağlık sorunlarına yol açıyor. Özellikle emeklilik sonrasında hareketsiz bir yaşam süren ve sigara kullanan erkeklerde rastlanan bu hastalık, 50 yaş üzerindeki 5 erkekten 1'ini tehdit ediyor.

Osteoporoz hastalığıyla ilgili son gelişmeler ve tedavi yöntemleri Ankara’da düzenlenen "21. Yüzyılda Osteoporoz Sempozyumu"nda ele alındı. Sempozyum Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, osteoporozun, dünya genelinde yılda 1.5 milyon kırığın etkeni olan ciddi bir toplum sağlığı sorunu olduğunu belirtti.

Osteoporozun önceleri daha çok kadınları etkilediğinin düşünüldüğünü söyleyen Kutsal, ancak yapılan araştırmaların bu hastalığın erkekleri de yakından etkileyen bir sağlık sorunu olduğunu ortaya çıkardığını aktardı.

Kutsal, Türkiye Osteoporoz Derneği tarafından 18-89 yaşları arasındaki 10 bin 489 kişi üzerinde yapılan kemik tarama ve sağlığı araştırmasına göre, 45-65 yaşları arasındaki erkeklerde sigaraya ve hareketsiz yaşam tarzına bağlı olarak bu hastalığın ortaya çıktığını belirtti.

Hareketsiz Yaşam Hastalığı Tetikliyor

Erkeklerde osteoporozun genelde kullanılan ilaçlara ya da bazı hastalıklara bağlı olarak ortaya çıktığını ifade eden Kutsal, "Ancak, araştırmamıza göre özellikle emeklilik sonrasına denk gelen bu dönemde erkekler kahvehanelere kapanıp hareketsiz bir yaşam sürmeye başlıyor. Bunun üzerine bir de sigara kullanımı eklenince osteporoza yakalanmaları kaçınılmaz oluyor. Bu yaş grubundaki her 6-7 erkekten birinde osteoporoz görülüyor!" dedi.

Hastalıktan Korunmak Çok Önemli

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatma Atalay da, Türkiye’de yaşam süresinin artmasına paralel olarak bu hastalığın görülme sıklığının da arttığına işaret etti.

Hastaların yaşam kalitelerinin bozulması ve oluşan kırıklar nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunu olan osteoporozun tedavisinin de ekonomiye büyük bir yük getirdiğini ifade eden Atalay, şunları söyledi: "Bu nedenle hastalıktan korunmak çok önemli. İlk adım toplumun kemik kütlesini doruk noktaya çıkartmak olmalıdır. Bunun için doğum ve bebeklikten başlayarak doğru beslenme alışkanlıkları geliştirilmelidir. Anne sütüyle beslenme, küçük yaşlardan itibaren D vitamini ve yeterli kalsiyum alınması, güneş ışınlarından yeterince yararlanma son derece önemli. Bunların hepsi bir arada olursa doruk kemik kütlesine ulaşılabilir. Hükümet politikaları bu noktada devreye sokulmalı. Gerekli önlemler alınırsa ilerde ülkemizde hastalığın görülme sıklığı azalabilir."

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksal Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülay Dinçer de, osteoporoz konusunda halkın bilinçlendirmesinin önemine işaret ederek, "Sessiz seyrettiği ve diğer travmatik kırıklar gibi olmadığı için, bu hastalar omurga kırıklarının farkına varmaz. Daha çok omuz ve sırt ağrısı olarak algılanır ve yanlış tedavi uygulanabilir. Bu nedenle hem hekimlerin hem de hastaların tanı açısından daha fazla bilinçlendirilmesi gerekir" diye konuştu.

Hayat boyu kalsiyum yönünden zengin besinlerle, süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi gerektiğini ifade eden Dinçer, "Bu kadar güneşli bir ülkede yeterince D vitamininden yararlanamıyoruz" dedi.

Kalça Kırıkları Ölüme Yol Açabilir

Yapılan araştırmaya göre, ileri yaşlardaki kalça kırıkları, yüzde 20 oranında kırığı takip eden ilk bir yıl içinde ölüme neden olurken, sağ kalan hastaların yüzde 80’i günlük yaşam aktivitelerinde bağımlı hale geliyor.

Türkiye Osteoporoz Derneğinin kemik tarama ve sağlığı araştırmasına göre, kemik yoğunluğu Türk erkeklerinde 18-29, kadınlarda ise 30-39 yaşları arasında en yüksek değere ulaşıyor.

Kemik yoğunluğundaki kayıp erkeklerde 40-50’li yaşlarda, kadınlarda ise 49 yaşından sonra başlıyor.

Kemik yoğunluğunu etkileyen en önemli faktörler ilerleyen yaş ve düşük vücut kitle indeksi olarak belirlendi.

50 Yaş Üstü 5 Erkekten 1'inde Görülüyor

Cenevre Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Profesörü ve Uluslararası Osteoporoz Vakfı Temsilcisi Rene Rizzoli ise, hastalıkla mücadelenin 3 ayağının, hasta ve hekimlerin bilinçlendirilmesi ve yetkili mercilerin hastalığın halk sağlığı üzerinde tehdit olduğunun farkına varması olduğunu söyledi.

50 yaş üzerindeki 2 kadından ve 5 erkekten 1'inde bu hastalığın görüldüğüne dikkati çeken Rizzoli, dünyadaki son tedavi yöntemleriyle ilgili de bilgi verdi. Kemik yıkımını önleyen ilaçların en çok kullanılanlar olduğunu belirten Rizzoli, bunların yanında yeni kemik oluşumu ve formasyonu için de ilaçlar bulunduğunu bildirdi.

Prof. Dr. Georges Boivin de, yapı, şekil ve mineralleşme derecesi gibi kemik kalitesini belirleyen unsurların doğuştan geldiğini, mikro hasar ve kırıkların sayısının artmasının, kemikte kırılmalara yol açabildiğini belirtti.

Almanya’daki Der Fürstenhof Kliniğinin Başkanı ve Uluslararası Osteoporoz Vakfı Temsilcisi Prof. Dr. Helmut Minne ise, osteoporozun görülmesinde yaşam süresinin uzamasının önemli olduğunu ifade ederek, "24 saat sağlıklı yaşasanız bile yaşlandıkça hastalıklara meyil artar. Bu nedenle osteoporuzu önlemek derken, geciktirmek söz konusu olabilir. Bunun için de kırıkların azaltılması yönünde bilgilendirme çok önemli" diye konuştu.

Gönül mahkemem ve karar

Yakın zamanda yaşadığım bazı olaylardan sonra ruh mahkememi kurmanın zamanının geldiğini ve acil olarak yapılması gereken duruşmadan sonra yine yıldırım hızıyla alınan kararları bir an önce uygulamam gerektiğini anladım. 

Öyle ya zararın nersinden dönersem kardır diyordu içimdeki farkındalığını bekleyen ben... Beden sağlığım ve içimdeki benin yani ruh sağlığım için bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Aslında zaman zaman hepimizin üstünde sanki kara bulutlar dolaşır, omuzlarımız düşer, gözlerimizdeki ışık söner, beklentilerimiz umutsuzluğa dönüşür ya; dipsiz kuyular içinde sesimizi kimse duymaz olur! Çığlıklar beynimizi boğarken, sessizliğimiz aslında kalkanımızdır zannederiz..

İşte şimdi karar zamanı: Hayır demek bencillik değilmiş yanılgı bir, hayat kısa ve zamanda hızlı akıyorsa mutluluk beklenmez işte o an da yakala, başkalarının ne düşündüğü değil, benim ne hissettiğim önemli. Bunu önce kendim kabul edersem çevremde kabul eder ve saygı duyar. Hayatımızdaki radikal değişikliklerin çoğu aslında aldığımız ani kararların sonucudur. Bu alınan kararlardaki başarı ya da başarısızlık ise uygulamdaki istikrara ya da istikrarsızlığa bağlı. Şikayet etmek mazeretler üretmek işin en kolayı olduğu için ee bizde tabii onu seçeriz. Bizi sorumsuzluğa iten, işte bu başarısız olduğumuz anda ki kendimize acıma duygumuzun sağlamlığı olmalı :)!

Hayır diyebilmenin asilliğinden nereye geldik?! Nerde kalmıştık arkadaşlar? Ben ve çevremde tanıdığım, hani tabiri caizse dertleştiğim tüm dostlarım hep aynı şeyden yakınır"bir hayır diyebilsem, bu kadar üzülmeyecektim!" Haklı başta kullanacağı beş harfli bir kelime şuan ki kendiyle yaptığı bu savaşa mani olacak, yaşama sevincini, umudunu ve insanlara olan güvenini sarsmayacaktı. Hayır diyemediği gün aslında bugün akıttığı göz yaşlarını birktirmeye başlamıştı bile. Zaten birilerini mutlu etmek için gönülsüz dediğimiz her evet önce bizi sonra çevremizi mutsuz etmek için kendi dinamitimiz olacaktır. Eşimi, çocuklarımı, arkadaşlarımı, annemi babamı, kardeşimi liste uzar gider ; sevdiklerimizi mutlu etmek için önce kendimizi mutlu etmemiz gerktiğinin farkındalığını anladığımız gün gönül bahçemizdeki gül kokulu huzura ilk adımı atmış oluruz derim:) ve uygulamaya başlayan biri olarak ruhumun ve evimdeki huzurun tadını anlatmaksa ayrı bir yazı konusu olur inanın bana.

Hani demiştik ya ruh mahkememizdeki alınan acil kararlar var diye... İşte bu radikal kararlar arsında ikinci sırayı kendimizi affetmek geliyor. Affetmenin getirdiği rahatlama, üzerindeki attığın yükün getirdiği o kuş misali muhteşem hafifleme. Bu hediyeyi önce kendimize sunmalıyız. Geçmişte yaptığım hatalarım için önce içimdeki beni affetmeliyim. Keşkelerin aciz teslimiyetçiliğinden sıyrılıp, o gün için doğru olan buydu diyebilmeli, bu günün doğru karaları için önümü açabilmeliyim. Geçmişin pişmanlıklarına takılmak bu günümü ve yarınımı gölgeleyen ruhumu karanlığa boğan bir mutluluk yok etme canavarı. Zafer için önce düşmanı tanımalı sonra savaşmalı insan değil mi?:)

Eee aynalara gülümseyerek bakmaya başladıysam, ruh sağlığım da yerinde bitti mi hayır! Şimdi bu güzel dünyanın, varlığımın ve çevremdeki tüm sevdiklerimin hakkını vermek, onlarla daha uzun kalabilmek için beden sağlığımı korumalıyım:). Artık sağlığıma daha dikkat etmeliyim! Doktora gitmeyi, düzenli spor yapmayı ihmal etmemeliyim. Şu uyku saatlerimde artık düzene girmeli. Mazeret üretmeden bakınca aslında, spora da, sinemaya da, tiyatroya da zaman kalıyor. Şİmdi hayat bu kadar kolay mı diyen iç seslerinizi duyar gibiyim. Yurtta, dünyada yüzlerce sorun varken, sen pembe gözlükler mutluluk oyunu oynamaya çalışan sözde Pollyanna! Pek doğru haklısınız. Şu da bir gerçek ki ilk duyduğumuzda yüreklerimizi dağlayıp bizleri kahreden her şey, kendimizle ilgili başka bir sorun karşında eriyip yok olabilir. Ta ki başka bir hatırlatmaya kadar. Madem durum bundan ibaret diyorum; elbette duyarsız kalmadan içinde bulunduğumuz evrene ve getirdiklerine, aldığımız her nefesi hakkını vererek, varabildiğimiz kadar keyfine vararak geçirmeye çalışmalıyız. Mazeretlerimizin esiri olmadan...
Dilek YAKA

Benim bu duruşmalarım uzun sürüyor arkadaşlar. Sizleri daha fazla sıkmadan hayatımdan ve hayata bakış açımdan kesitleri içimden geldiği gibi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim:) Sizler de isteyip, fikirlerinizle beni aydınlattığınız sürece:).

Gülümsemenizin aydınlattığı umut çiçekleriniz solmasın.

* Dilek YAKA


© Copyright, Sağlık TV özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.
Yazarımıza mail atmak için tıklayınız.,

16 Mayıs 2013 Perşembe

Metabolizmanız nasıl hızlandırılır?

konu baslikSürekli dikkatli besleniyor; tatlılardan ve abur cuburdan kaçınıyor ve akşam belli bir saatten sonra yemek yemiyorsunuz. Ama yine de bir türlü kilo veremiyor musunuz? Sebebi metabolizmanızın yavaş çalışması olabilir.

Önerilerimizle hem sağlıklı bir şekilde beslenebilir, hem de bitkisel destekler alarak metabolizmanızı hızlandırabilirsiniz. Metabolizma, vücudunuza aldığınız gıdaların enerjiye dönüştürülme ve bu enerjinin yakılma kapasitesidir. Metabolizma yavaşlamasının pek çok sebebi olabilir. Sık sık diyet programları uygulayıp bırakmak, genetik yavaşlık, tiroid bezinizin yavaş çalışması, vücut toksinlerinin artması ve yaşlanmanın doğal sonucu olarak metabolizma hızınız düşmüş olabilir. Metabolizmanızın yavaş çalışması hızla kilo alınması ile sonuçlanır. Bilinen bir gerçek vardır ki şişmanlık (obezite) günümüzde kronik bir hastalık olarak kabul edilir. Her yaşta kilo fazlalığı sağlığımızı risk altına sokar ve bir takım hastalıklara davetiye çıkarır. Metabolizmamızı hızlandırarak bu kilolardan kurtulabilir ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürebiliriz. Peki nasıl? 

Metabolik ve hormonal hastalığı olmayan, sağlıklı bir birey için metabolizma hızlandırmanın bir takım yolları vardır: 
1►Güne mutlaka kahvaltı öğünüyle başlamak, 
2►Öğün atlamamak, 
3►Az az ve sık sık beslenmek, 
4►Beslenmenizde bazı bitkisel karışımları kullanmak, 
5►Diyetimizdeki protein miktarını belli düzeyde tutarak düzenli ve kaliteli uyku uyumak,
6►Glukagon hormonunu aktive edecek besinler tüketmek (protein tüketimi önemlidir), 
7►Selenyum, A vitamini, C vitaminini diyette yeterli düzeyde almak, 
8►Kümes hayvanlarının etinde bulunan ve süt ürünlerinde bulunan karnitin, C vitamini, demir ve B6 vitamini birlikte yağ yakımını destekler. 

Ayrıca bu besinlerde bulunan metionin de bazı zayıflatan hormon sentezlenmesi için gereklidir. Yukarıda bahsettiğimiz bu birkaç püf noktayı kullanarak metabolizmamızı bir nebze de olsa hızlandırmamız mümkün. Diyetin planlaması yapılırken metabolik faaliyetleriniz ve kan tablonuz program oluşturulmasında önemli rol oynuyor. Diyet programlarında hep söylediğimiz az ve sık beslenmek, güne kahvaltı öğünüyle başlamak öncelikli olarak metabolizmanın çalışmasını sağlayan önemli unsurlar. Ancak ben uygulamalarımda kişinin durumuna göre kahvaltı öncesi sıcak veya soğuk suya karıştırılmış 1 tatlı kaşığı dolusu elma sirkesi ve gerçek çiçek balı öneriyorum.

Metabolizmanızın yavaş çalışması hızla kilo alınması ile sonuçlanır. Şişmanlık (obezite), kronik bir hastalık olarak kabul edilir.

Elma Sirkesinin Gücü Elma sirkesi, doğal bir yaşam iksiridir! Bileşiminde bulunan kalsiyum, flor, potasyum, magnezyum, sodyum, fosfor, silisyum, A vitamini, beta-karoten, B1, B2, ve B6 vitaminleri, C vitamini, sirke asitleri, meyve asitleri, pektin ve doğal aroma maddeleri ile gaz şişkinliği ve kabızlık için doğal bir ilaç olan elma sirkesi metabolizmayı hızlandırarak kilo vermek için de kullanılabilir. Gaz şişkinliğine karşı, her öğünden yarım saat önce 1 bardak elma sirkesi-bal kokteyli içerek, sağlıklı bir bağırsak florasının temelini atın. Bu kokteyle rezene veya frenk kimyonu çayı da ekleyebilirsiniz. Kilo vermek amacıyla suya karıştırılarak aç karnına içilir. Kabızlığa karşı, günde pek çok kere, 1 bardak suya 1 tatlı kaşığı elma sirkesi ekleyerek içebilirsiniz. Besinlerin verimli kullanımını, metabolizmanın sağlıklı işleyişini, vücudun asit alkali dengesini korumasını sağlayan elma sirkesi ayrıca kalsiyumun daha verimli kullanımını sağlayıp, bir yandan kemiklerin yeniden gerekli kalsiyumu almasını desteklerken, bir yandan da eklemlerdeki kalsiyum birikimini kırar. Elma sirkesi, başta damarlar, karaciğer ve böbreklerdeki toksinler olmak üzere vücuttaki toksinlerin atılmasını sağlar. Bu nedenle detoks diyetlerinde de kullanılır. Elma sirkesi ayrıca bağırsaktaki yağların parçalanmasını da sağladığı için hazırladığım bazı rejim reçetelerinin de vazgeçilmez öğesidir.

Metabolizmayı hızlandıran diğer bir sihirli besin: 
Maydanoz Maydanozun, gençleştirmede, metabolizmanın hızlanmasında (detoks etkisi nedeniyle ve içeriğindeki yoğun klorofil sebebiyle), cilt tazeliğinin, güzelliğinin geri kazanılmasında ve korunmasında rolü büyüktür. Maydanoz bu gücünü, içerdiği etkin maddelerin özellikle karaciğer metabolizması üzerindeki olumlu etkisinden ve tüm vücuttan yabancı kimyasal maddeleri atabilme özelliğinden alır. Maydanoz, karaciğerde bulunan 'glutathione- S-transferaz' (GST) enziminin aktivitesini yükseltir. GST enzimi, gerek besinler yoluyla gerekse de solunum yoluyla aldığımız zararlı kimyasal maddeleri zararsız hale dönüştürür. Sabahları aç karnına hazırlanacak maydanozun püresi içildiği takdirde hem metabolizma çalışmaya başlar, hem de yağ yakışını hızlandıracak olan C vitamininin bir kısmı doğal olarak vücuda alınmış olur. Eğer "Ben maydanoz püresini içemem" diyorsanız, şunu deyenebilirsiniz: Maydanozlar ince ince kıyılıp, içine 2 tane domates rendelenir. Bir kaşık sirke, limon ve 1 kaşık zeytinyağı eklenerek maydanoz salatası yapılır. 

Doğal çözümler
Tere otu özellikle içeriğindeki bazı maddelerden dolayı metabolizma hızlandırıcı etki göstermektedir. Gün içinde tüketilen yeşil çay ve Paraguay bitkisi (mate çayı) metabolizma desteklemede önemli rol oynuyor. Yemeklerimizi lezzetlendirmek için kullandığımız hardal, kırmızı biber ve turp metabolizmayı hızlandırıyor. Meyvelerden özellikle kivi, avakodo ve ananasın metabolizma üzerine etkilerinin üzerinde özellikle durmaktayım. Salatalarınızda balzamik sirke kullanmak yağ yakışını hızlandırıcı etki gösterir.

Zencefil mucizesi 
Kahvaltıda tüketilen 1 kivi veya 3 sivribiber C vitamini desteği sağlıyor. Gün içinde tüketilen limonlu su hem iştah kontrolünü hem de yağ yakışını hızlandıran etki oluşturuyor. Yine metabolizma hızlanmasında önemli katkısı olan zencefili sıcak içecek olarak öneriyorum. Bu bitkisel karışım sizi lezzetli bir tatla tanıştırırken vücudunuzdaki toksin atımını da hızlandıracak. 

Formül: 
Zencefil (birkaç dilim taze zencefil) 1/3 tarçın çubuğu 3 top karabiber 1 limon (4'e bölünmüş) 1 portakal (4 e bölünmüş) Bunlara kaynar su ekleniyor, 15 dakika bekletiliyor. Bu karışımdan her gün 2 kupa içiliyor. 

Hızlı bir metabolizma için...
Bilindiği gibi diyetler sadece kişiye özeldir. Bir kişiye faydalı gelen bir besin, diğer kişiye bir fayda sağlamayabilir hatta zararlı olabilir. Aşağıda miktar belirtmeden yazacağım diyet örneğindeki amaç, metabolizmanızı hızlandırmada bir fikir oluşturmak, sağlıklı ve zayıf kalmayı başarabilmenizi sağlamaktır. 
Dikkat! Diyette miktar belirtilmemiştir. miktarlar uzman tarafından kişisel bazda ayarlanmalı. 

Sabah kahvaltısı: 
►Elma sirkesi
►Su
►Çiçek balı 
►Aç karna maydanoz püresi 
►Kivi Ananas
►Yulaf ezmesi 
►3 yarım ceviz
►Prebiyotik yoğurt 

Ara: 
►Limonlu su
►Badem veya fındık
►Mate çayı 

Öğlen: 
►Kırmızı et,
►Tavuk eti, 
►Balık ızgara veya haşlama 
►Karışık mevsim salatası 
►Yoğurt, 
►Ayran veya cacık 
►1 dilim tam tahıllı ekmek

Ara:
►Limonlu su
►1 meyve
►Yeşil çay 

Akşam:
►Sebze yemeği, 
►Zeytinyağlı (özellikle Arapsaçı ve ıspanak karışımı) 
►Maydanoz salatası (domates ve beyaz peynirli) 
►Yoğurt, 
►Cacık veya ayran 
►1 dilim tam tahıllı ekmek 

Gece: 
►Zencefil çayı
►1 meyve

Kaynak : Cosmopolitan

Cinsel hayatın düşmanı mitler!

"Toplumda cinsellikle ilgili gerçek olmayan kalıp bilgiler bulunuyor."

Cinsel yaşamda karşılaşılan sorunların çoğunun cinsellikle ilgili yanlış bilgi ve inançlardan kaynaklandığını belirten Psikolojik Danışman Dolunay Kadıoğlu, “Cinsel mitler olarak adlandırılan bu yanlış bilgilerin hiçbir bilimsel değeri yoktur. Her çift cinsellikle ilgili sınırlarını, normalleri ve anormalleri kendi belirler” dedi.

Yanlış bilgi olumsuz etkiliyor
Kadıoğlu, günümüzde cinsellik konusunda önemli çalışmalar ve araştırmalar olduğunu, fakat buna rağmen az sayıda insanın cinsellik hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip olduğunu belirtti. “Cinsellik, insanların hemen tümünde farklı duygu ve algılara yol açar. Bazı insanlarda aşkı, sevgiyi, yakınlığı, keyif ve hazzı, bazı insanlarda ise başarısızlığı, acıyı, nefreti, kaçınmayı hatırlatır” diyor.

Toplumda cinsellikle ilgili gerçek olmayan kalıp bilgilerin bulunduğunu da ekliyor. “Kişinin, cinsellikle ilgili doğru olduğunu düşündüğü, çoğu zaman abartılı, yanlı ve bilimsel değeri bulunmayan inanç ve yargılar cinsel mitler olarak tanımlanmaktadır. Cinsel mitler toplumda yaygın olarak kabul görmekte, kişide “gerçek” erkeğin ya da kadının nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğiyle ilgili bir kalıp oluşturmaktadır. Cinsel yaşamda yaşanan sorunların çoğunlukla temelinde bu yanlış bilgi ve inançlar yani cinsel mitler yatar” dedi.

Fanteziler karşılıklı olmalı
Cinsel mitlerden en kafa karıştırıcı olanlardan birinin de fanteziler olduğunun altını çizen uzman sevişme esnasında fantezi kurmanın yanlış olduğunu söylüyor ve ekliyor "Cinsel mitlerin eşler arasında tartışmalara neden olmaktadır. Bu konuda söylenebilecek en temel şey şudur: Kişinin aklından geçenler sevişme konsantrasyonunu bozmuyorsa ve paylaşılmak istenilen fantezi cinsel eşe de çekici geliyorsa ve onaylanıyorsa bir sorun yoktur.

Ancak bir kişinin kurduğu fanteziye diğeri istemeye istemeye eşlik ediyorsa ve zorlanıyorsa burada bir sorun vardır. Yani cinsellik esnasında kullanılacak fanteziyi, normalleri ve anormalleri çiftler belirler çift tarafından uygun görülen her fantezi kullanılabilir."

Yaygın cinsel mitler
“Cinsel mitler yanlış bilgi kaynaklarıdır, bu yanlışlara doğruymuş gibi inanıldığında cinsel sorunlar ortaya çıkar” diyen Kadıoğlu, en yaygın cinsel mitlerden bazılarını şöyle sıraladı:

*Erkek ve kadının cinsel ilgileri ve sorumlulukları temel olarak farklıdır. Erkek cinsel ilişkinin sorumluluğunu üstlenmek ve yönetmek zorundadır.
*Bir çift için, "aynı anda orgazm" gerçekleştirilmesi gereken en önemli amaç olmalıdır.
*Eşler birbirini sevdikleri takdirde sevişmekten nasıl zevk alabileceklerini de bilirler.
*Tüm fiziksel yakınlaşmalar cinsel birleşmeyle bitmelidir.
*Erkeklerde cinsel organın boyutu cinsel gücün göstergesidir.

Siz hangi aşıklardansınız?

Aşk, belki de insanoğlunun en çok peşinde koştuğu duygu. Ama aşktan aşka da fark var; kimi kısa zamanda başlayıp saman alevi gibi yaşanıp bitiyor, kimi uzun yıllar sürüp gidiyor. Peki sizin aşkınız hangisi?

Acıbadem Eskişehir Hastanesi’nden psikolog Orhan Öztürk aşkın 7 tipi olduğunu söylüyor.

Tarih boyunca romancılar, şairler, düşünürler, sanatçılar aşk konusundan ilham almış, aşk hakkında sayısız eser yarattılar ve yaratmaya devam ediyorlar. Ama aşk yalnızca sanatçıların konusu değil. bilim insanları da son 50 yıldır sistematik şekilde inceliyorlar. Psikologlar aşık olmanın insan duygu, düşünce ve davranışındaki etkilerini daha iyi anlamak için modeller geliştirirken; sinirbilimciler aşkın psikobiyolojik kökenini keşfetmek adına önemli deneyler yapıyor ve karşılaştırmalı metodlarla insanlarla hayvanları kıyaslayarak hangi organik süreçler aşkın doğasını idare ediyor sorusuna yanıtlar vermeye çalışıyorlar. Artık günümüzde aşk bilimi üzerine kitaplar yazıyor, sempozyumlar düzenliyor hale geldik. “Aşkın 7 hali” ise yüzlerce aşk kuramından yalnızca biri...

Platonik aşklar, patolojik (hastalıklı) aşklar, karasevda gibi durumlar haricinde aşk, iki kişi arasında yaşanan ortak bir süreç. Aynı aşıklar gibi aşklar da doğuyor, büyüyor, şekil değiştiriyor ve ölüyor. Bu aşklarda üç farklı özellik ve bu özelliklerin birbiriyle ilişkisi 7 aşk tipini ortaya çıkarıyor. Bu üç özellik şöyle sıralanıyor: “Yakınlık, Tutku ve Bağlılık”. 7 aşk tipini daha iyi anlayabilmek için bu üç temel özelliğin daha detaylı bilinmesi gerekiyor.

Yakınlık: Taraflar arasında kurulan karşılıklı duygusal bağ olarak ifade edilebiliyor. Yakınlık özelliği sayesinde ilişkide sıcaklık, samimiyet, duygusal destek, iletişim, anlayış, huzur, beraber geçirilen zamandan keyif alma durumları gelişiyor.

Tutku: Tutku aşkın psikofizyolojik boyutu olarak tarif ediliyor. Heyecanlanma, sevgilinin yanında olunca soluğun kesilmesi, kalp çarpıntısı, genel bir uyarılmışlık hali, enerji artışı, erotizm, fiziksel çekicilik, dikkatin sevgiliye odaklanması ve takıntılı şekilde sevgiliyi düşünme gibi özelliklerle kendini belli ediyor.

Bağlılık: Çiftler arasındaki karşılıklı bağımlılık, her şeye rağmen birlikte olmayı isteme, ortak bir hayat hedefi oluşturma ve sürdürme özelliği olarak açıklanıyor.

Bu üç temel özellikten her birinin tek başına veya diğer özelliklerle birlikte bulunması durumlarında 7 farklı aşk tipi oluşuyor:

1) Sadece “bağlılık” (Boş aşk): Tutku ve yakınlığın olmadığı, sadece hayat birlikteliğinin olduğu birliktelikler. Bu durum özellikle görücü usulü ile evlenme ve beşik kertmeliğinin yaygın oluğu toplumlarda (ve tabii ki ülkemizde) sıklıkla görülüyor. Bu tip boş aşk´lar ilerleyen dönemlerde diğer özelliklerin etkilenmesiyle şekil değiştirebiliyor; aynı şekil dolu aşklar da zamanla tutku ve yakınlık boyutunu yitirip boş aşk’a dönüşebiliyor.

2) Sadece “tutku” (deli dolu aşk): Genelde çoğu aşığın ilk planda ve en heyecanlı hissettiği, cicim aylarının deli dolu yaşandığı, desteğini erotizm ve cinsellikten alan aşk. Yakınlık özelliği de geliştiğinde bu deli dolu aşklar romantik aşklara evrimleşiyor; aksi taktirde yakınlığın ve bağlılığın olmadığı durumlarda genellikle kısa sürüyor. Bu kişiler birkaç gün veya hafta evli kalıp hemen boşanma davası açabiliyor ya da 40´lı yaşlarında beşinci eşinden de ayrılabiliyorlar.

3) Sadece “yakınlık” (arkadaşça aşk): Yakınlık ve hoşlanma dışında tutku içermeyen, uzun süreli olmayan aşklar. Bu tip aşkta taraflar genellikle partnerlerine ilişkin cinsel çekim hissetmezler. Arkadaşça aşklarda kısa süreli iyi anlaşma, “kardeş gibi sevme”, geçici heves, bittiğinde hemen unutma ama hatırlandığında saygı duyma gibi hallere sıklıkla rastlanıyor.

4) “Yakınlık” ve “tutku” (romantik aşk): Hem fiziksel çekimin hem de ruhani çekimin yoğun hissedildiği aşklar. Romantik aşklarda duygu yoğunluğu ve sevilen kişinin arzulanması ilişkinin dolu dolu hissedilmesine sebep oluyor. Geçmişteki unutulmayan aşk deneyimleri genellikle bu tip aşklardan kaynaklanıyor. Ancak ne fiziksel çekicilik ne de yakınlık hissi, ilişkinin kalıcı olması açısından tek başına yeterli olmuyor.

5) “Yakınlık” ve “bağlılık” (dostluğun paylaşıldığı aşk): Çiftlerin birbirine yoğun yakınlık hissettiği, saygı ve sevgi çerçevesi içinde her türlü duygusal ve düşünsel paylaşımın engellenmeden yaşandığı, ancak fiziksel çekimin olmadığı aşklar. Uzun yıllar evli kalıp hiç münakaşa etmeyen, dışardan bakıldığında resmiyet görünümünün belirleyici olduğu, dengeli ve tutarlı birliktelikler sıklıkla bu tip birlikteliklerde görülüyor. Zamanla arzu ve fiziksel çekimin azaldığını hisseden çiftler de dostluğun paylaşıldığı aşk evrenine geçiş yapabiliyor. Bu tip durumlarda sadakatsizliklere de sıklıkla rastlanıyor. “Eşimi çok seviyorum ama artık bir şey hissetmiyorum” veya “30 sene beraberlikten sonra artık çekim hissedemiyorum” tarzı ifadelerin bulunduğu bu aşklar kimi zaman aşırı kıskançlıklara da gebedir.

6) “Bağlılık” ve “tutku” (arzu dolu aşk): Beraberliği ve evliliği uzun süre devam ettirmenin altındaki temel dürtünün arzu olduğu aşklar. Yakınlık faktörünün olmaması bu tip ilişkilerde ihtilafların ve tartışmaların belirgin olmasına yol açıyor, çünkü taraflar genellikle anlayışsız, bencil, yapıcı iletişim becerilerinden yoksun ve sabırsız oluyorlar.

7) “Tutku”, “yakınlık” ve “bağlılık” (eksiksiz aşk): Her üç boyutun da tamam olduğu, ideal aşklar. “Mükemmel çift, ruh ikizi, hayatımın aşkı” ve benzeri tanımlamaların yapılabilmesi için tutku, yakınlık ve bağlılık boyutlarının eksiksiz şekilde beraber bulunması zorunlu sayılıyor. Eksiksiz aşk, aşıklara müthiş bir ilişki deneyimi sunuyor. Eksiksiz aşkı elde etmenin zor, ancak devam ettirmen daha da zor olduğu biliniyor. İlişkiyi canlı tutmak için çaba sarfetmek, özverili olmak, etkili ve empatik iletişim sağlamak, sürprizlere açık olmak, cinsel açıdan aktif olmak, saygı ve anlayışı her şeyden üstün tutmak gerekiyor.

'10 Numara İnsan' Olmanın 10 Kuralı...

Uzmanlar, psikolojik açıdan sağlıklı bir insan olmanın 10 altın kuralını açıkladı. Narsisistik yapının son dönemlerde sık görülen bir ruhsal sorun olduğuna ve toplumu tehdit ettiğine vurgu yapan uzmanlara göre, "10 numara insan" olmak kişinin bunu içinde hissetmesine bağlı.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, narsisistik vakaların son dönemlerde tehlikeli bir artış gösterdiğine dikkat çekiyor. Özellikle erkeklerde daha çok görülen bu psikolojik sorunun çözümünün de mümkün olduğunu kaydeden Dr. Keçe şu bilgileri veriyor:

“10 numara insan olmak… Bunu hastamdan duydum. Diyor ki: ‘Ben 10 numara insan olmak istiyorum.’ Peki, nasıl olmak istiyor? Giydiği kıyafetleriyle, bindiği arabasıyla, makamıyla mevkisiyle, birlikte olmayı tercih ettiği karşı cinsin özellikleriyle, koluna taktığı pahalı saatiyle veya insanların onun için sarf ettiği hayranlık ve takdir dolu sözlerle 10 numara insan olmaya çabalıyor. Ama 10 numara insan olmayı içinde hissedemeyip dışarıda aradığı için de hiçbir şekilde bunu gerçek manada başaramıyor. Sahte ve ‘mış’ gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Ama gerçekten 10 numara insan olmak demek bunu içimizde hissetmek demek.”

"Narsisistik Yapı Toplumsal Bir Sorun"

“Altın çamurun içinde de değerlidir, kuyumcu vitrininde de… Gerçekten 10 numara insan olmayı içimizde hissetmek budur” diyen Cem Keçe, bu nedenle 10 numara olmayı başkalarının gözünde, sözünde veya davranışlarında değil içimizde hissetmemiz gerektiğini vurguluyor. İşte bunu yapabilenlerin sağlıklı narsisisizm, bunu hissedemeyip dışarıdan, başkalarından arayanlar ise narsisistik yapı denilen patolojik narsisisizmin pençesinde kıvranıp durduklarını aktaran Keçe, “Hiçbir zaman mutlu olamıyorlar iç çatışma yaşıyorlar ve 10 numara insan olmadıklarını hissettirecek herhangi bir eleştiri, davranış ve olay karşısında da büyük bir çökkünlük yaşıyorlar. Ve sonrasında da genellikle öfkeyle tepki veriyorlar. Bu durum toplumun ruh sağlığını, huzurunu ve ilişkilerimizi tehdit ediyor. Sağlıklı bir iletişim kurmamızı engellerken, sahte ve yapmacık bir toplum yaratıyor. Kişinin kendini olduğu gibi değil başkalarının istediği şekilde davranması da suni bir ilişkiler yumağı meydana getiriyor” diye konuşuyor.

10 Altın Kural!

Dr. Keçe’nin verdiği bilgilere göre işte '10 numara' insan olmanın 10 altın kuralı:

1- Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin, sevin ve kimseyle mukayese etmeyin.

2- Değerliliği karşı tarafın bakışlarında ve sözlerinde değil kendi içinizde arayın.

3- Buğdaylar gibi büyüdükçe başınızı yere eğin ve alçak gönüllü olun.

4- Eleştiriye karşı hoşgörülü olun.

5- Her olayda suçlamak yerine sorumluluk alın.

6- Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

7- Karşınızdakini değil önce kendinizi değiştirmeye çalışın.

8- Anlamanın ve dinlemenin konuşup üste çıkmaktan daha önemli olduğunu unutmayın.

9- Haklı olmak yerine mutlu olmaya çalışın.

10- Alabileceğin en büyük intikam; affetmektir ve bazen karşınızdakine verilebileceğiniz en güzel cevap; gülüp geçmektir.

"Kendinizi Ölçüyü Kaçırmadan Sevin"

Dr. Keçe, büyük bir tehlike haline gelen narsisistik yapıya yönelik tüm bu tespitlerine, önerilerine ve normal sağlıklı bir insan olmanın tüm ipuçlarına, son kitabı “Sevemez Kimse Beni Benim Sevdiğim Kadar”da yer verdi.

“Narsisizm özsevi, özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeridir” diyen Dr. Keçe, insanın kendi değeri ve değerliliği konusunda hissettiklerini ‘güzel duygular’ olarak tanımlıyor. Dr. Keçe, bu durumun patolojik olmadığına vurgu yaparken, kendini değerli hissetmenin insanda olması gereken, olağan ve doğal bir yapı olması gerektiğinin de altını çiziyor. Dr. Keçe, şu açıklamalarda bulunuyor:

“Kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi gerekir, bu sevgiye narsisizm denir. Ancak narsisizm toplumda bir aşağılama gibi algılanır. ‘Pis narsist, kendini beğenmiş, bencil’ gibi kullanımlar yaygındır. Bu kullanımlar bizce doğru değil. Narsisizm yemek yemek veya su içmek gibi normal ve doğal bir ihtiyaçtır. İnsanlar, narsisizmi sağlıklı bir şekilde oluşturamadıklarında veya abartıp patolojik hale getirdiklerinde sıkıntı yaşarlar ve narsisistik yapıyı geliştirirler.”

"İpuçları Dizi Kahramanlarından..."

Hızla toplumsal bir sorun haline gelen narsisistik yapıya karşı insanlara çözümün anahtarını sunan Dr. Keçe, kitabında tedavilerini yürüttüğü hastalarına, kimlik bilgilerini ve hayat hikâyelerini deşifre etmemek için etik ve ahlaki nedenlerden dolayı milyonlar tarafından izlenen dizi filmlerdeki karakterlerin isimlerini verdi. Tedavilerinden kesitler sunan Dr. Keçe, onların patolojik narsisizmleri ile normal sağlıklı narsisizm arasındaki farkları karşılaştırıyor. Dr. Keçe, patolojik narsisizmi olanların kendilerini nasıl geliştirip normalleştirebileceklerinin de ipuçlarını veriyor.

"Facebook ve Twitter'dan Medet Umanlar Var"

Dr. Keçe’nin tespiti oldukça çarpıcı:
“Birçoğumuz içimizdeki değersizliği yok etmek, kendini ispatlamak ve başkaları tarafından takdir görmek adına Facebook veya Twitter gibi sosyal paylaşım ağların başından ayrılmıyor ve adeta buralarda medet arıyor. İnsanların değeri borsadaki hisse senetleri gibi artıp azalmaz. Başkalarının yaptığı hiçbir şey kendi değerimizi azaltmaz veya arttırmaz. Değerlilik duygusu içten hissedilen bir duygudur ve kişi ancak kendine yatırım yaparsa, kişisel gelişimle kendi değerini kendi artırabilir. O da içten hissedilebilir ve asla dışarıdan edinilebilecek bir duygu değildir. Hepimiz dizilerdeki ünlü karakterler gibi, bir Ezel ya da Polat olmaya çabalıyoruz. Behlül, Kuzey veya Güney olmak için uğraşıyoruz. Kendi içimizde hissedemediğimiz değerliliği onlarla özdeşim kurarak veya başkalarının gözlerinde arıyoruz ama bu beyhude bir çırpınıştır. Aslında hepimizin içinde bir cevher yatmaktadır. Bu cevheri dışarıda aramak yerine içimizdekini çözüp olgunlaştırmamız ve kendi iyiliğimizi düşünmemiz gerekli. Ayrıca kendi iyiliğimizle birlikte başkalarının iyiliğini düşünmeyi de öğrenirsek, herkesin etrafımızda döndüğü güneş olma sevdasındanvazgeçebilir, kendi başımıza ışıldayan bir yıldız olabiliriz. Ve böyle bir yıldız olarak diğer yıldızların varlığına da izin verebiliriz.”

Kalp Krizi Riskini Öğrenmenin En Kolay Yolu...

Kalp krizi geçirmek, pekçok insanın ortak kaygısıdır. Kişinin ailesinde veya çevresinde kalp krizi geçirenler varsa bu korku daha da artar...

Modern cihazlarla, ilaçsız ve çok kısa sürede yapılabilen kalsiyum skorlaması, dört yıl içerisinde kalp krizi geçirme riskinin derecesini ortaya çıkarıyor. Kalsiyum skorlaması buzdağının görünen yüzünü değil; suyun altını da gösterdiği için uyarıcı önem taşıyor.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenlerinin başında gelen kalp ve damar hastalıklarının önceden fark edilmesini sağlayacak testler hayat kurtarıyor. Derin bir nefes alma süresinde yapılabilen kalsiyum skorlaması, kalp damarlarındaki kireçlenme miktarını ve buna bağlı olan koroner arter hastalığı riskini ortaya çıkarıyor. Kalsiyum skorlaması sonuçları, kişinin gelecek yıllarına ilişkin bilgi veriyor.

Kalp krizi riskinin önceden belirlenebilmesini sağlayan yöntemler arasında ilk akla gelenin anjiyo olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gürsel Ateş, anjiyo ile kalsiyum skorlamasının birbirinden farklı iki yöntem olduğunu vurgulayarak şu bilgileri veriyor: “Anjiyoda kişinin varolan şartları belirlenip, tedaviye gereksinim duyup duymadığına karar veriliyor. Kalsiyum skorlamasında ise kişinin damarındaki gelişmeleri görmek amaçlanıyor. Böylece, ilerleyen yıllarda kalp krizi geçirme riskinin daha iyi belirlenmesi sağlanıyor.”

40'lı Yaşlara Dikkat!

Belirgin herhangi bir şikayet olmamasına karşın ailede kalp hastalıkları görülüyorsa kişinin kalsiyum skorlaması yaptırması öneriliyor. Dr. Gürsel Ateş, “Koroner arter hastalıkları, 40’lı yaşlardan itibaren giderek artan bir seyir izliyor. Aile öyküsü olan kişilerde, genç yaşlarda da kalp krizi riski olasılığı var. Araştırmalar, damarlarında kalsiyum birikmesine rastlanmayan kişilerin dört yıl boyunca kalp krizi geçirme riskinin çok düşük olduğunu gösteriyor” diyor.

Kalsiyum skorlamasında istenen, sonucun sıfır olması. Sonuç sıfır değilse, damardaki kalsiyum birikiminin miktarına göre kişide düşük, orta ya da yüksek derecede kalp damar hastalığı riski olduğu düşünülüyor ve çıkan sonuca göre ilaçla tedaviye başlanıyor. Ciddi bir damar tıkanıklığı saptananlara ise koroner anjiyografi uygulanıyor.

Kalsiyum Skorlaması Nasıl Yapılıyor?

Hastaya ağızdan veya damardan hiçbir ilaç verilmeden, bilgisayarlı tomografi ile sadece bir tutumluk nefes süresinde yapılan kalsiyum skorlaması, hekimlere göre en önemli tarama testlerinden biri. Modern cihazlarla yapılan ölçüm ile daha az radyasyon alınıyor.

Kalp-Damar Hastalıkları Açısından Riskli Gruplar

• Sigara kullananlar
• Trigliserid ve HDL düzeyi yüksek kişiler
• Diyabet ve hipertansiyon hastaları
• Kilo fazlası olanlar
• Metabolik hastalıkları bulunanlar
• Bel çevresi erkeklerde 102,  kadınlarda ise 96 santimetreyi geçenler

Erkeklerin Gözüyle "İdeal Kadın" Tipi...

Erkeklerin gözüyle 'ideal kadın'ın özellikleri bir listede toplandı. Bu listeye göre, ideal kadın olmak için 15 ayrı özelliğe sahip olmak gerekiyor. Makyajdan alışverişe, vücut tipinden alışkanlıklara kadar pek çok  konuda ideal kadının özellikleri şöyle sıralandı:

• İdeal bir kadının okuma alışkanlığı olmalı. Erkekler gazetelerin sadece ilk ve son sayfalarını okuyan ve gündemi takip etmeyen kadınları sohbet arkadaşı olarak görmüyorlar.

• Telefonla gerektiği kadar konuşmalı. Kadınların telefon konuşmalarını saatlerce uzatmaları erkeklerin sinirlerini bozuyor.

• Ağır makyaj yapmaktan, aşırı parfüm ve çok çarpıcı ojeler kullanmaktan kaçınmalı. Böyle görünen kadınlar daha çok ilgi çekse de erkeklerin tercihi doğal ve masum güzellikten yana oluyor.

• Televizyon dizilerine bağımlı olmamalı. Yaşamını bu dizilere göre programlayan ve bu saatlerde dünyadan kopan kadınları anlayamayan erkekler, doğal olarak onlardan uzaklaşıyorlar.

• Lüks tutkunu olmamalı, alışveriş sırasında da mantığını koruyabilmeli. Taksit imkanı var diye eve gereksiz eşyalarla dolu paketler taşımamalı.

• Alkol ve sigaradan uzak durmalı. Beğendikleri kadınları aynı zamanda birer anne adayı olarak gören erkekler kötü alışkanlıkları olan kadınlardan içgüdüsel olarak uzaklaşabiliyorlar.

• Formuna dikkat etmeli. Ama her yemeğe ‘diyetteyim’ diye başlamamalı. Çünkü bu erkekleri en çok sıkan kelimelerden biri…

• Evi ya da odasını oyuncaklarla doldurmamalı. Sadece görüntüsü güzel diye evi hiçbir işe yaramayan eşya kalabalığına boğmamalı.

• Türkçe’yi kötü kullanmamalı. Bol bol yani, filan, şey gibi kelimeler kullanan ve argo konuşan kadınlar yerine etkili ve tane tane bir konuşma her zaman daha çekici geliyor.

• Sadece kızlarla değil erkeklerle de arkadaş olabilen kadınlar, erkeklere daha çekici geliyor. Böyle kadınlarla daha kolay ve iyi iletişim kurabiliyorlar.

• Çocuk taklidi yaparken itici olmamalı. Kadınların şirin olmak adına yaptıkları küçük çocuk taklitleri yerinde ve dozunda olmadığında erkeklerde ters tepki yaratabiliyor.

• Kıskanç olmamalı. Sevgilisini sürekli sorgulayan ve takip eden kadınlar, kendilerine güvenmedikleri mesajını vererek çekiciliklerini kaybedebilirler.

• Erkeğin her şeyiyle ilgilenmemeli. Bazen annesinden daha ileriye geçerek, erkeğin her işiyle ilgilenen kadınlar, aradaki büyünün bozulmasına ve erkeğin kaçmasına neden oluyorlar.

• İç dünyasında huzurlu olabilmeli. Geçmişte yaşadığı psikolojik sorunları ve ailesel problemleri çözümleyememiş kadınların, erkeklerin gelecek planlarına girmeleri zorlaşıyor.

• Kendi ayakları üzerinde durabilmeli. Hiçbir işlerini bir erkeğin yardımı olmadan yapamayacağını düşünen kadınlar, erkeklerde önceleri bir koruma duygusu yaratsa da bir süre sonra bu duygu sıkılmaya dönüşüyor.

Kadınların kilo vermesini engelleyen 6 bahane

Son derece dikkatli yiyen, yaptığı diyete sadık, yürüyüşüne, egzersizlerine özen gösteren bir başkasını tanımıyorsunuz kendinizden başka. Ama ne var ki hala kıyafetlerinizin içine giremiyor ve göbeğiniz sizden önde gitmesine engel olamıyorsunuz! Kadınların kilo vermeyi işte böyle sabote ediyor:

1. Kıtlık hissi
Bir anda çok fazla kalori eksiltmek vücudun aldıklarını yakmasına değil depolamasına yol açar. Aniden büyük bir açlıkla karşı karşıya kalan vücut, kıtlık zamanı sinyalleri vermeye ve önemli işlevleri için harcamak üzere, kas kitlesinden de yakmaya başlar.

Çözüm: Evet, kilo kaybetmek için kalori kesmeniz gerek, ama hepsini değil. Etkili bir kilo verme için size önerimiz, çareyi ölüm diyetlerinden değil, bol bol egzersiz yapmakta aramanız.

2. Ya hep ya hiç
Sizin felsefeniz ya hep ya hiç. Yani ya salatalığın dilimlerini sayıyorsunuz ya da hiç hesapsız, büyük hamburger mönüsünü elmalı tartla tamamlıyorsunuz.

Çözüm: Önemli olan, rejim yapmayı, sadece belirli bir süre devam ettirilecek bir kür değil, yaşam boyu izlenecek bir yaşam biçimi gibi görmeniz.

3. Hızlı yemek
Hızlı yemek yiyen kişilerin mideleri, daha beyne doymuş olduğu sinyalini veremeden çok fazla yemekle doldurulmuş oluyor.

Çözüm: Ağzınıza aldığınız her lokmadan sonra çatalınızı tabağınızın kenarına bırakın ve yavaş yavaş çiğnediğiniz lokmanız bitene kadar tekrar elinize almayın.

4. Beyaz ekmek
Rafine edilmiş beyaz ekmek, makarna ve pirinç çeşitleri çok az lif içerir. Az lifli yiyecekler yerine, bol lifli olanları tercih etmeniz metabolizmanız için çok daha iyi.

Çözüm: Beyaz ekmek, makarna, pirinç ve patates gibi lif oranı düşük yiyecekler kan şekerini hızla yükseltir. Uzmanlar bunların yerine kepekli ekmek ve lif açısından zengin yiyecekleri tüketmenizi öneriyorlar.

5. Egzersiz
Egzersiz tabii ki kilo vermek için vazgeçilmez, ama siz pizzaları hamburgerleri güzelce tüketirken tek başına yetmez.

Çözüm: Egzersiz yapıyor olmanın rahatlığıyla yiyeceklere sarılmayın. Özellikle porsiyonların miktarı en çok dikkat etmeniz gereken nokta.

6. Aç ve susuz
Kilo vermeye çalışanların en yakın dostu, sudur. Toksinlerden arınmak, kasların canlılığını korumak ve metabolizmanızın hızlanmasını sağlamak suyun görevidir. Su sayesinde sıcak yaz günlerinde daha rahat egzersiz yapmanız da mümkün.

Çözüm: Güne bir sürahi su doldurarak başlayın ve günün sonuna kadar bunu bitirmeyi hedefleyin.

Göğsünüzden Süt Geliyorsa Dikkat!

Göğsünüzden süt geliyorsa, adet düzensizliğiniz varsa bunu mutlaka önemsemelisiniz!

Meme uçlarından gelen uygunsuz sıvılar; kadınlık hormonu östrojen fazlalığından, ilaçlardan, stresten, beyin lezyonlarından, tiroid hormonu azlığından, kısırlığa sebep olan hipofiz adenomu gibi patolojik sebeplerden kaynaklanabiliyor. Göğüsten gelen bu sıvı genelde beyaz ya da renksiz olabildiği gibi bazı durumlarda sarı veya yeşil renkte olabiliyor ve bu durum kısırlığa neden oluyor.

Süt Üretim Hormonunuzun Seviyesini Biliyor musunuz?

Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı, daha çok süt üretiminden sorumlu olan prolaktin hormonunun fazlalığının kadınların üçte birinde adet gecikmesine, 1/3'ünde de memelerden süt gelmesine sebep olduğunu belirtiyor.

Bu durumun yumurtlama bozuklukları yaratarak kısırlığa neden olduğunu vurgulayan Dr. Partalcı, görme problemleri ve devamlı baş ağrısının yanı sıra, kadınlarda adet düzensizliği, göğüsten süt gelmesi ve gebe kalamama, erkeklerde ise sertleşme problemi ve cinsel istekte azalma şikâyeti olduğunda, prolaktin seviyesine baktırmanın çok önemli olduğunun altını çiziyor. Op. Dr. Serhat Partalcı; prolaktin yüksek olsa bile seviyesinin önemli olduğunu, kadınların yüzde  33’ünde adet görememe problemi yarattığından ve rahim iç yapısını değiştirdiğinden kısırlık oluşturduğunu aktarıyor.

Depresyon İlaçları Süt Üretim Hormonunuzu Yükseltebilir

Gebeliğin prolaktin seviyesini doğal olarak yükselttiğini belirten Op. Dr. Serhat Partalcı; normalin dışında aşırı egzersiz, göğüs travması, stres, böbrek yetmezliği, epilepsi krizi sonrası, hipotroidi, kullanılan ilaçlar ve özellikle depresyon ve estrojen ilaçlarının prolaktin seviyesini yükselttiğini kaydediyor.

Op. Dr. Serhat Partalcı; öncelikle prolatin yüksekliğinin sebebinin bulunması gerektiğini belirtiyor. Bu sebep hipotiroididen kaynaklanıyorsa bu hastalık iyileştiğinde kendiliğinden sorunun çözüleceğini söylen Op. Dr. Serhat Partalcı; ilaç tedavisine cevap vermeyen büyük adenom (beyin sapı selim tümörü) durumlarda cerrahi müdahaleye başvurulabildiğini sözlerine ekliyor.

Yeşil çayın yararları

Kanser riskini düşüren, cildi zararlı toksinlerden arındıran, kan basıncını düzenleyen, hafızayı diri tutan, damarları rahatlatıp kilo verdiren yeşil çayın yararları saymakla bitmiyor. İşte yeşil çay mucizesinin şifreleri…

Yeşil çayın yararları hakkında hâlâ şüphe duyan ve içmeye başlamamış olanlar varsa, bir kere daha hatırlatmakta fayda var.

Kanser riskini düşürür

Bir antioksidan çeşidi olan polifenoller yeşil çayda bolca bulunur. Bu antioksidan çeşidi, kanser hücrelerinin vücudunuzda barınmasını zorlaştırır, kan damarlarındaki akışkanlığı güçlendirir. Yapılan birçok çalışma ışığında şunu biliyoruz ki, yeşil çay içmek, mide, meme, kolon ve prostat kanserleri riskini azaltmaktadır.

Cildi pürüzlerden kurtarır

Bir sıyrık, ısırık veya küçük bir yaranız varsa, işte size çok ilginç bir yöntem: Yeşil çay yapraklarını, demleme sonrası atmayın. Bir parça pamuğu ıslanmış yeşil çay yapraklarına bastırın, daha sonra bunu cildinize sürün. Çay, doğal bir antiseptik görevi görür ve ciltte bölgesel kaşınmayı önlemede yardımcı olur. Güneş yanıkları veya akşamdan kalma gözaltı morlukları için de aynı yöntemi deneyebilirsiniz.

Yeşil çay aynı zamanda güneşten kaynaklanan cilt kanserini önlemede yardımcı maddeler içerir. Güneşe çıkmadan önce pamukla ıslatılmış yeşil çay özütlerinden cildinize sürebilirsiniz.

Kan basıncını düzenler

Sağlıklı bir kan basıncı oranına sahip olmak çok önemli. Günde sadece yarım fincan yeşil çay içenler, içmeyenlere oranla yüzde 50 daha az yüksek tansiyon riski taşır. Yeşil çay içeriğinde bulunan antioksidanlar sayesinde, yüksek kan basıncını ve kan damarlarının büzüşüp daralmasını engeller.

Hafızayı diri tutar

Yetişkinler üzerinde yapılan bir araştırmada, günde en az iki fincan yeşil çay içenlerin, içmeyenlere oranla daha az zihinsel gerileme ve idrak kabiliyeti sorunları yaşadığı gözlemlenmiştir. Bunun nedeni, yeşil çayın içinde bulunan antioksidanların, vücudumuzdaki serbest radikallerle savaşması ve böylece beynimizdeki sinirlere ekstra bir koruma sağlamasıdır.

Kilo verdirir

Evet, şaşırmayın. Son önerimiz belki de bu aralar en çok kafanıza takılan sağlık sorunlarından biri! Yeşil çay içeriğindeki maddeler sayesinde kan akışınız hızlanır, kalori yakma işlemleri vücudunuzda daha çok yer bulur ve her bir yudum bu işlemleri hızlandırır.

Doğumdan Sonra 'Seks İsteği' 3 Ayda Geliyor...

Doğum sonrasında, cinsel istekte bir süre azalma olabilir. Bu azalma genel olarak psikolojik kökenlidir. Seks isteği, 12’ci haftadan sonra eski haline döner. 

Emzirme döneminizde yükselen süt hormonu, östrojen hormonunu baskılayarak vajende kuruluklara yol açabilir. Bu kuruluğa karşı rahatlatıcı bir önlem olarak gliserin kullanılabilir.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Sorumlusu Prof. Dr. Cihat Ünlü, kadınların doğum sonrası cinsel ilişkiye, kendilerini hazır hissettiklerinde başlamasının hem kendileri hem de eşleri için olumlu sonuçlar doğuracağını söyledi.

Çiftlerin doğumdan sonra yeniden sekse başlarken, birbirlerine gösterdikleri anlayış ve uyum (özellikle erkeğin) çok önemli. Prof. Dr. Ünlü, doğum sonrası kanama tümüyle kesilmeden önce ilişkide bulunmanın doğru olmadığını belirtiyor. Genel olarak vajinanın iltihaptan koruyucu ortamı, kanama sırasında etkileniyor. Mikroplara karşı koruyuculuğu azalıyor. İlişki için kanamanın bitmesini beklemek gerekiyor. Bu sayede iltihaplı hastalıklardan korunmak mümkün olabiliyor.

Emzirirken Nasıl Korunmalısınız?

Emzirme döneminde korunma hakkında bilgi veren Prof. Dr. Cihat Ünlü, ister sezaryen, ister normal olsun; doğumlardan sonra vücudun toparlanması için en az bir yıl süre ile yeni bir gebelik önermediklerini söylüyor. Çünkü ancak bir yıl içinde vücut tam olarak kendini toparlayabiliyor. Prof. Ünlü, emzirme sırasındaki korunma yolları hakkında şu bilgileri veriyor:

• Bebeğinizi emzirmeniz, doğumunuz sonrası 3 aya kadar hamilelikten korunmanızı sağlar. Bu süre sonunda da koruyuculuğu azalarak devam eder, çünkü "ovulasyon (yumurtlama)" genellikle üçüncü aydan sonra başlar. Beş ve altıncı aylardan sonra normal periyoduna döner.
• Spirali doğumdan sonraki ilk adet kanamanızdan sonra takılabilirsiniz. Eşinizin prezervatif kullanması da, doğru şekilde kullanıldığı zaman koruma sağlar.
• Spiral ve prezervatif yöntemlerini kullanamayan kişilere "üç aylık depo progestinler" yapılabilir. Sütünüze zararı yoktur. Tam olarak 90 gün süreyle korunma sağlar, bu sürenin sonunda tekrar yapılması gerekir.
• Üçüncü ayınızdan sonra uzun etkili, cilt altı implantlarını (progesteron içeren) kullanmanız da alternatif bir yöntemdir.
• Klasik doğum kontrol hapları hem östrojen hem de progestinleri içerir. Emzirme döneminizde doğum kontrol hapları kullanmanızı önermiyoruz.
• Doğumunuz sonrası artık kesinlikle yeni bir çocuk istemiyorsanız ve 35 yaşın üzerindeyseniz "tüplerin bağlaması (ligasyon)" işlemi yaptırabilirsiniz.
• Tüp ligasyonu işlemi ise, sezaryenle doğumunuz gerçekleşirken, önceden işlem için rızalarınızı alınarak, ameliyatınız sırasında yapılabiliyor. Tüplerin bağlanması durumunda, geriye dönüş yok denecek kadar az olduğu için bebek istememe konusunda kesin kararlı olmalısınız.
• Diğer doğum kontrol yöntemleri; cervical cap, vajen içi fitil ve kremler, geri çekme yöntemleri (coitus interruptus) ise koruyuculukları daha az olan yöntemlerdir.

Kadınların Seksteki En Hassas Bölgeleri...

İnsan gövdesindeki cinsel uyarı bölgeleri ya da başka bir deyişle cinsel uyarıya yatkın bölümler yalnızca üreme organları değildir. Erkeklerde de, kadınlarda da az ya da çok uyarılabilecek nitelikteki en büyük organ tüm gövdeyi kaplayan deridir. Kadınlar okşanmaktan, masaj yapılmasından çok hoşlanırlar. Bu hassasiyet, özellikle sevişmenin ilerleyen anlarında orgazma katkıda bulunabilecek düzeyde olabilir.

Klitoris: Kadında klitoris, erkekteki penisin karşılığıdır. Uyarıya çok yatkın olup, dokunmaya oldukça duyarlıdır.
Büyük dudaklar (Labia Majora): Erkeğin testis torbalarını andırır. Kadının cinsel duygularının uyanmasında önemli bir rol oynamaz.
Küçük dudaklar (Labia Minora): Küçük dudakların iç bölümleri, dokunmaya karşı son derece duyarlıdır.
Vajina: Cinsel ilişkide, her iki taraf içinde en duyarlı bölgelerindendir.
Göğüsler: Kadınlarda memeler dokunmaya karşı duyarlıdırlar. Ritmik bir basınç ve uyarı hareketi cinsel duyguların çoğalmasını sağlayabilir. Özellikle meme uçları, klitoris kadar duyarlıdır.
Ağız: Dudaklar, dil ve ağzın diğer bölümleri, en az cinsel organlardaki kadar cinsel duyu bulunmaktadır.
Bacaklar: Bacakların iç bölümleri, cinsel uyarıya karşı keskin bir tepki gösterirler.
Diğer hassas bölgeler: Gözler, kulaklar, ense, boyun, koltuk altları, göbek, karın, bel, sırt, kasıklar, göğsün iki yanı ve bunların çevresindeki bölgelerdir.

Doğumdan Sonra Sekste Yavaş Hareket Edin

Acıbadem Kadıköy Hastanesi’nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Y. Özay Özdemir ise, doğumdan sonra sekste dikkat edilecek konular hakkında şu önerilerde bulundu:

• Doğum sonrasında, bedeninizde ortaya çıkan değişimler konusunda eşinizi de bilgilendirin. Özellikle ilk üç ay vajinal mukoza (vajina içi derisi) daha ince ve hassastır, vajinal ıslanma, doğum öncesine göre daha az olabilir.
• Cinsel birliktelik sırasında vajinal ıslanma ve vajinal açılma, doğum öncesine göre daha uzun sürede gerçekleşebilir.
• Cinsel birleşme odaklı, kısa süreli cinsel ilişkiden kaçının. Birleşme öncesi cinsel oyunlar için daha uzun zaman ayırmaya gayret edin. Özellikle doğum sonrası ilk üç ay, bedensel duyumlara odaklanan, sıralı sevişme uygulamaları yapın.
• Birbirinize, sırayla (önce bedenin arka yüzü sonra ön yüz) dokunma çalışmaları yapın. Önce yalnız cinsel organlar dışında kalan kısımlar, daha sonra cinsel organların da dahil olduğu tüm bedene dokunuşlar uygularken hemen cinsel doyuma ulaşmayı hedeflemeyin.
• Cinsel birleşme için sizin de aktif olabileceğiniz pozisyonları tercih edin ve cinsel ilişkiyi siz yönetin. Cinsel birleşmeyi gerçekleştirmek konusunda yoğun endişe duyuyorsanız, birleşme girişimi sırasında acı hissi ve ağrı duyumsarsanız, ilişkiyi sürdürmekte ısrarcı olmayın.
• Doğum sonrası, yine özellikle üçüncü aya dek, cinsel doyum (orgazm) sırasında gerçekleşen kontraksiyonlar (cinsel bölge etrafında hissedilen kas kasılıp gevşemeleri) daha az sayıda ve daha az yoğunlukta olabilir.
• Eşler (erkekler) de doğum sonrası süreçte karmaşık duygular içinde olabilirler. Bir yanda “bir ebeveyn olmanın” yaşattığı duygular, diğer yanda gebelik ve doğum nedeniyle çeşitli değişimler yaşamakta olan eşin durumu arasında bocalayan kocalar. Tüm bu yaşananların etkisiyle onların da cinsel tepkilerinde değişiklikler olabilir. Cinsel açıdan uyarılmakta veya o zamana dek bir sorun yokken boşalmayı (ejakülasyon) kontrol etmekte zorlanabilirler.

Ayrılmanız gerekiyor!

Artık birbirinize daha fazla zarar vermeden ayrılmanız gerektiğini anlatan 8 madde!

İlişkinizde birbirinize zaman ayırın demenin yükü ağırdır. Zaten bu tavsiyeye ihtiyacınız varsa artık sizin için ayrılık çanları çalıyor demektir. Peki sizin ilişkiniz ne durumda? İşte artık birbirinize daha fazla zarar vermeden ayrılmanız gerektiğini anlatan 8 madde!

Sürekli kavga ediyorsunuz!
Karşınızdaki insanın ters ve iyi yönlerini anlamak ve birlikte yaşamak oldukça zordur. İlişkiler kabul ediyoruz çok kolay değil. Ama sürekli kavga ediyorsanız, artık biraz mola verme zamanınız gelmiş olabilir. Bir ilişki mutlu ve huzurluyken iyidir. Ne kendinizi ne de erkek arkadaşınızı üzmeye değer...

Konuşmuyorsunuz!
Erkek arkadaşınız ve siz artık konuşamıyor musunuz? Her olayda ya da her sıkıntınızda sürekli içinize atıyor durum daha da kötüye gitmesin diye susuyor musunuz? Ya da artık konuşacak bir ortak konu mu bulamıyorsunuz? İşte bu hiç iyi bir işaret değil. Bir araya geldiğinizde bir şeyler paylaşamıyorsanız, ilişkiniz hakkında biraz düşünmeniz gerekir.

Cinsel hayattan ne haber? 
İlişkilerde seksin öneminden bahsetmemize gerek yok sanırım. Bu sizi yakınlaştırmakla kalmaz aynı zamanda daha güçlü bağlar kurabilmeniz için ilişkinizdeki samimiyeti de artırır.

Kendinizi uzak mı hissediyorsunuz? 
Erkek arkadaşınızdan hep uzak olduğunuzu mu hissediyorsunuz? Artık onun kim olduğunu bile tahmin edemiyorsunuz. Kendinizde ona danışacak, sarılacak ya da güvenecek cesareti bulamıyor musunuz? Demek ki artık siz bir çift değilsiniz ve onun sizin hayatınızda bir önemi yok.

Uyuşamıyor musunuz? 
Hayatınızda farklı yönlere ilerlediğinizi mi düşünüyorsunuz? Farklı öncelikleriniz mi var? Bu birbirinizden uzaklaşmaktan çok artık sizin uyuşamadığınızı gösterir.

Farklı odalar, farklı yataklar... 
Yatmadan önceki konuşmalar belki de en samimi ve en içten olduğunuz sohbetlerdir. Fakat bunu en son ne zaman yaptınız? Ya da ne zamandır birlikte yatmıyorsunuz? En son ne zaman seks yaptınız?

Ayrılığı mı hayal etmeye başladınız? 
Ayrılığa hazır olduğunuzu anlamanın tek yolu, ilişkinizi gözden geçirdiğinizde onun olmadığını hayal etmektir. Bu ilişkinin geleceğini düşünürken onsuz hayaller ve hedefler kurabiliyorsanız, o artık sizin için olsa da olur olmasada...

Mutlu değilsiniz! 
Son olarak bu ilişkide siz mutlu değilseniz, kimseyle bir arada olmanız için hiçbir sebep yok. Sürekli ayrılmanın yollarını arıyor, onun yanlış bir hareketini ya da açığını bekliyorsanız, artık ona birşeyleri açıklamanın zamanı geldi. Daha fazla iki tarafında üzülmemesi için ondan ayrılmak istediğinizi söyleyin.