istanbul escortistanbul escort ankara escortankara escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort bahçeşehir escortbahçeşehir escort beylikdüzü escortbeylikdüzü escort istanbul escortistanbul escort Yaşam Durmaz: Ekim 2013

31 Ekim 2013 Perşembe

Çocuklarda orta kulak iltihabı başarısını etkiliyor

Çocuklarda orta kulak boşluğunda biriken iltihabı sıvının okul başarısını etkileyen işitme azlığına neden olduğu belirtiliyor.

Yrd. Doç. Dr. Özmen Öztürk, özellikle çocuklarda görülen orta kulak iltihabının tedavi edilmediği taktirde, orta kulak boşluğunda biriken iltihabı sıvının okul başarısını etkileyen işitme azlığına neden olduğunu ve kulak zarında kalıcı değişikliklere neden olduğunu belirtiyor.

Özel İstanbul Medipol Hastanesi Kulak Burun Boğaz ve Baş-Boyun Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Özmen Öztürk, küçük büyük herkesi tehdit eden orta kulak iltihabının (otitis media) özellikle çocuklarda ciddi sorunlara yol açtığını söylüyor. İstatistiklerin 6 aylık oluncaya kadar her 4 bebekten birinin orta kulak iltihabı geçirdiğini ortaya koyduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Özmen Öztürk, orta kulak iltihabının mikroorganizmalara bağlı geliştiğini dile getiriyor.

Genellikle tek başına ortaya çıkan bir hastalık olmayan ortak kulak iltihabı, viral ya da bakteriyel nedenlerle orta kulağın iltihaplanması olarak görülüyor.

Orta kulak iltihabının en sık görülen belirtisinin ağrı olduğunu hatırlatan Yrd. Dr. Özmen Öztürk, şöyle devam ediyor: “Bunun dışında işitme azlığı, ateşlenme, beslenme güçlüğü ve huzursuzluk gibi şikayetler görülür. Kulaktaki enfeksiyonun etkenine ve yayılımına bağlı olarak bu temel belirtilere baş ağrısı, kulakta uğultu, denge bozuklukları, konuşmada gecikme şikayetleri eklenebilir. Eğer orta kulak yolunda biriken iltihap kulak zarını delerse kanlı ve iltihaplı akıntı dış kulak yoluna boşalır. Kulak zarı delinmesini takiben bu safhada ağrının azaldığı fark edilir. Seröz orta kulak iltihabında ise işitme azlığı ve kulakta basınç hissi tespit edilir.”

Çok küçük çocukların kulak ağrısını tam ifade edemeyebileceğini ifade eden Yrd. Dr. Özmen Öztürk,  “Bu nedenle ailelerin çocuklarını yakından gözlemlemesi gerekmektedir” diyor.

Orta kulak iltihapları genellikle çocukların son 10 gün içinde geçirdiği bir soğuk algınlığını takiben geliştiğini vurgulayan Yrd. Dr. Özmen Öztürk, tedavi edilmediği taktirde ortaya çıkabilecek komplikasyonlara ait belirtileri şöyle sıralıyor: “Orta kulak iltihabı sırasında nadir görülmekle birlikte beyin apsesi, menenjit, kulak arkası sahada abseler ve yüz felci geçirme riski mevcuttur. Bunlar çok yüksek riskler olmamakla birlikte, enfeksiyon sıklığı arttıkça risk de artar.”

Oturarak beslenen bebeklerde daha az görülüyor
Bebeklerin anne sütüyle beslendiği andaki pozisyonun hastalığı önlemede çıkacak etkin olduğunu belirten Öztürk, “Oturarak beslenen bebeklerin, orta kulak iltihabına daha az yakalandığı görülmüştür. Ayrıca anne sütü bağışıklığı kuvvetlendirerek hastalığa yakalanma riskini azaltır. Kulak ağrısı çeken çocukların doktora götürülmesi hastalığın ilerlemeden tedavisi için gereklidir. Soğuk algınlığını önlemek için yapılan aşılar bakteri ve virüslerin de üremesini engeller ve hastalığa yakalanma ihtimalini azaltır. Sigara içilen ortamlarda pasif içici olan çocukların orta kulak iltihaplanmasına yakalanma olasılığı artmaktadır” diye konuşuyor.

Nasıl tedavi edilir?
Orta kulak iltihabı tedavisinin şeklinin orta kulaktaki iltihabın akut, kronik ya da seröz olmasına göre değiştiğini belirten Öztürk,  şunları kaydediyor: “Bakterilere bağlı orta kulak iltihaplanmaları genellikle ilaç tedavisiyle kısa sürede düzelirken seröz orta kulak iltihabı inatçı bir durumdur. Akut orta kulak iltihabı antibiyotikler ve ağrı kesici ilaçlarla uygun şekilde tedavi edilir. Medikal tedavi genellikle 10 gün süreyle verilir. Antibiyotiklere cevap alınamadığı nadir durumlarda parasentez (kulak zarını delerek orta kulakta biriken iltihabı boşaltmak) gerekebilir. Seröz otitis mediada da önce ilaç tedavisi uygulanır. Özellikle alerjiye bağlı seröz orta kulak iltihapları ilaç tedavisine iyi yanıt verir. Ancak pek çok kez cerrahi müdahale ile orta kulağın havalanması sağlanırken, biriken basınçlı sıvı dışarı alınır. Dekonjestanlar ve antihistaminikler grubunda yer alan ve soğuk algınlıklarında kullanılan ilaçların kısmi faydaları da mevcuttur.”

Eğer orta kulak iltihabı uygun ilaç tedavisine cevap vermezse, sıvı birikimi sürekli hale gelirse ve iltihabi durum sık aralıklı tekrarlarsa cerrahi tedavi önerebileceklerini de aktaran Yrd. Dr. Özmen Öztürk, “Seröz orta kulak iltihabında eğer hastada işitme kaybı varsa ve bu durum ilaç tedavisiyle düzelmiyorsa tedavi cerrahi bir işlemdir” diyor.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Cinsel Soğukluğa 'Çok Sıcak' Tavsiyeler

Evli ya da uzun süre birlikteliği olan çiftler cinsel isteksizliğin faturasını genellikle partnerlerine veya stresli yaşam koşullarına çıkarırlar ama uzmanlara göre cinsellik için her zaman isteğe gerek yok. Doğru şeyler yapıldığında beden cinselliğe her zaman hazır olabilir ve kişi istemese de seks yapabilir.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistlerinegöre, cinsellik kişinin istediğine bağlı bir durum değil. Çünkü beden adeta bir makine gibi "uygun mekan, uygun partner ve uygun uyarı" ile her zaman cinselliği hazır hale gelebilir.

Terapistler, cinselliğin, diğer tüm güdüler gibi bazen içgüdüsel bazen de beyin tarafından salgılanan hormonlarla başlayan kompleks bir süreç olduğunu hatırlattı. Seks dürtüsünü harekete geçiren ve hareketli tutan en önemli unsurun testosteron miktarı olduğunu ifade eden terapistler, kadınlarda bu hormonun vücuttaki oranın erkeklere göre çok daha az olduğunu vurguluyorlar. Ancak yorgunluk ve stres, testosteron miktarını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Hurafelerden (mitler) dolayı çiftlerin cinsel hayatının sosyal, kültürel ve durumsal gerçeklere dayalı olarak şekil değiştirdiğine dikkat çeken CİSED terapistlerine göre, bu durum ilişkilerde tehlike çanlarının çalmasına da yol açabiliyor.

Cinsel terapistler, çiftlerin “Seks doğal olarak başlamalı, isteğin yoksa ne yapabilirsin ki?” inanışlarının, cinsel ve ilişkisel sorunları içinden çıkılmaz bir hale getirdiğini kaydederken, çok çarpıcı tespitler yaptılar.

Görev Diye Algılamak Yanlış Değil

Uzun birlikteliklerde yıllar içinde her şeyde olduğu gibi cinsel olarak uyarılma şekilleri de değişebilir. Doğru yöntem ise duruma uygun olarak kişinin yeni bir cinsel yaklaşım geliştirmesidir. Şunu da kabullenmek gerekiyor; cinsel istek cinsel temas başlamadan önce sizi yakıp tutuşturan türden olmasa bile çoğu zaman olay başladıktan sonra gelişecek ve alacağınız zevk eskisinden farklı olmayacak. Yani uygun mekan, uygun partner ve uygun uyarı ile cinsellik seks görev olarak da başlıyorsa bir zararı yok. Görev olsun diye cinsel ilişkiye başlayan çiftlerin çoğu bu aktiviteyi büyük zevk alarak noktalayabiliyor. Öyleyse cinsel aktivite, görev olarak başlayıp zevkle bittiği sürece amacına ulaşmıştır.

İstemeseniz de Yapın!

İlerleyen yıllar içinde çiftin sekse karşı körelmeye başlayan ilgiyi canlandırabilmesinin anahtarı düşüncelerinden geçiyor. Cinsel terapistlerin bu konuda önemli uyarıları var:

Sürekli cinsel teması başlatmaya çalışan ve sürekli reddedilip gururu kırılan kişi, bir zaman sonra partnerine bunu sormamayı tercih ediyor. Bu da ilişkilerin uzun vadede ciddi hasarlar almasına neden olabiliyor. İlerde yaşanması muhtemel cinsel işlev bozukluklarının önüne geçmek için cinselliği istemeyi beklemeyin, istemeseniz de seks yapın. Seks yapmak demek ille de penis-vajina birlikteliği değildir. Bazen sevişmek, okşamak, öpüşmek, erotik masaj yapmak, birlikte banyo yapmak veya sarılarak uyumaya çalışmak da seks yapmaktır. Çünkü cinsellik, rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilmedir. Ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır.
Peki cinsel soğukluktan yakınan çiftler bunun üstesinden nasıl gelebilir?

İşte Sıcak Tavsiyeler

• Öncelikle mevcut cinsel sorunu, düşük istekli bireyin sorunu olmaktan ziyade ortak sorununuz olarak görmeye çalışın.
• Cinselliğe yaklaşım tarzınızı değiştirin. Bir kere başladı mı zevkin kendiliğinden geleceğini düşünüp, kabul edip ona göre davranmanız şart.
• Gün içinde zaman buldukça seksten alacağınız zevki düşünün. Geçmişte sizi etkileyip aklınızda kalmış olan bir cinsel ilişki hatırasını ya da sizi hakikaten uyaran bir fanteziniz varsa onu düşünün.
• Cinsel teması başlatmadan önce 5 dakikalık bir motivasyon yapın. Hayal dünyanıza başvurun ve aklınızda cinsel fanteziler kurun. Partnerinizle paylaşılmasında sakınca olmayacak olan cinsel fantezilerinizi paylaşın.
• Aşk kaslarınız için Kegel Egzersizleri adı verilen uygulamaları yapın. Yani erkekte makat, yumurtalıklar ve kasıkları, kadınlarda vajina çevresini kapsayan aşk kaslarınızı belli bir disiplin içinde peş peşe kasıp yavaşça gevşetin.
• Cinsel ilişki sırasında sadece dokunmanın ve sevişmenin verdiği hazza, alacağınız zevke odaklanmanız gerekli. Asla eşinizden karşılanmayan beklentilerinizi veya onun bu beklentilerinizi yerine getirmeyerek sizi nasıl çileden çıkardığını düşünmeyin.
• Cinsel istek günlüğü tutun. Cinsel açıdan uyarıcı televizyon şovları ile filmlerdeki sahneleri not edin. Romantik/erotik içeriğe sahip kitapları okuyun ve kendi erotik fantezilerini oluşturun.
• Nefes ve gevşeme egzersizleriyle arada bir kendinizi ödüllendirin.
• Arada bir cinsel birleşmeyi kendi kendinize yasaklayın.
• İlişkinizde yeniden bir flört etme dönemi yaratın. Daha fazla keyif alacağınız veya yakınlaşacağınız sıcakkanlı davranışları arttıracak metotları araştırın. Sarılmalar, elle şakalaşmalar, küçük öpücükler, el ele tutuşmak, televizyon izlerken birinin diğerinin kucağına oturması, kol kola yürüyüş yapmak gibi davranışlar sıcakkanlı davranışlara örnek verilebilir.
• Partnerinizle birlikte cinselliğe bakış açınızı ve cinsel davranış özelliklerinizi konuşun ve yanlış davranış kalıplarınızı düzeltmeye çalışın.

Kansızlık İçin Meyve Suyu Şart!

Kansızlık ve ona bağlı olarak demir eksikliğinin özellikle çocukların zihinsel gelişimi üzerinde geri dönülemez etkilere neden olduğunu söyleyen uzmanlar, besinlerden alınan demirin emilimi için C vitaminin şart olduğunu, dolayısıyla meyve suyu tüketmenin çok önemli olduğunu belirtiyor.

Hayat kaynağı kanın azalmasıyla ortaya çıkan kansızlık ve ona bağlı demir eksikliği yaşam kalitesini azaltıyor. Demir eksikliğinin özellikle çocukların zihinsel gelişimi üzerinde önemli bir rolü olduğunu ifade eden uzmanlar, besinlerden alınan demirin emilimi için meyve suyu tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

‘Kansızlık, kandaki hemoglobin miktarının azalması olarak tanımlanır. Bu da demir eksikliğine neden olur” diyen Erciyes Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, demir yetersizliğinin genellikle büyümenin çok hızlı olduğu çocukluk ve ergenlik çağı ile hamilelik döneminde ortaya çıktığına dikkat çekti.

Kansızlık Probleminizin Farkında mısınız?

“Dünyada her 5 erkekten biri, her 3 kadından biri, her 2 gebeden biri, her 5 çocuktan biri kansızlık problemi yaşar. Ancak pek çoğu bu durumlarını ne yazık ki bilmemektedir” diye konuşan İnanç, şunları söyledi:
“Gelişmiş ülkelerde 0 - 5 yaş arası çocuklarda kansızlığa rastlanma sıklığı yüzde 4 ile 20 arasında iken az gelişmiş ülkelerde aynı yaş grubunda bu oran yüzde 80’lere kadar çıkıyor. Ülkemizde bu oran yüzde 50 gibi oldukça yüksek bir değerdedir.”

C Vitamini Demir Emilimini Artırıyor

Demirin hem hayvansal hem de bitkisel besinlerde bulunduğunu kaydeden Prof. İnanç, “Ancak besinlerdeki demirin tamamı vücutta emilemez. Aldığımız demirin yararlı olabilmesi için C vitamini içeren besinlerle birlikte tüketmeliyiz. Örneğin yemekle alınan 500 miligram C vitamini demirin emilimini 6 kat artırır. Bu nedenle vitamin alımını artırmak için meyve suları iyi bir kaynaktır. Özellikle C vitamini içeren portakal suyu, ananas suyu, greyfurt suyu ve limonata gibi meyve sularının yüksek miktarda protein ve demir içeren bir öğünle birlikte tüketilmesi demir emilimini artırır. Kansızlıktan korunmak ve oluştuktan sonra kansızlığı daha etkin ve hızlı bir şekilde tedavi edilebilmek için her yaş grubunda vitamin kaynağı olan meyve suyu tüketimine özen gösterilmelidir” dedi.

Tükenmişlik Sendromundan Kurtulun!

Son zamanlarda kendinizi sürekli mutsuz, huzursuz, yorgun hissediyorsanız, çok çabuk sinirlenip geriliyorsanız, hayattan zevk alamıyorsanız, sabahları işe gitmek zor geliyor hatta işe gitmemek için bahaneler bulmaya çalışıyorsanız, işinize olan motivasyonunuzu kaybettiyseniz dikkat! Tükenmişlik Sendromu yaşıyorsunuz demektir. 

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Ayşegül Tohumcu'nun verdiği bilgilere göre, tükenmişlik Sendromu ilk kez 1974 yılında psikolog Herbert Freudenberger tarafından, “uzun dönemli karşılanmamış iş stresine bağlı olarak, duygusal ve fiziksel enerji tükenmesiyle karakterize patolojik durum” olarak tanımlandı.

Kimler Risk Altında?

Tükenmişlik Sendromu, günümüzün yoğun ve stresli iş ortamında, pek çok insanın kariyerlerinin bir döneminde karşılaştığı bir sorundur. En çok doğrudan insana hizmet verilen meslek mensuplarında, özellikle sağlık çalışanlarında, öğretmenlerde, psikologlar ve çocuk bakıcılarında, idarecilerde, bankacılarda görülmektedir. Hem kişisel hem de işe ait özellikler Tükenmişlik sendromuna zemin hazırlamaktadır. Her şeyi mükemmel olarak yapmaya çalışan, esneklik gösteremeyen, takıntılı ve ayrıntıları çok fazla önemseyen kişilerde tükenmişlik daha sık görülür. İşe ait özellikler arasında da, devamlı sayılarla çalışma, çalışma saatlerinin uzun olması, güçlü bir rekabet ortamı sayılabilir.

Kendinize Yeterince Zaman Ayırıyor musunuz?

Tükenmişlik sendromu fiziksel, duygusal ve zihinsel bulgu ve belirtiler içerir. Fiziksel tükenmişlik belirtileri; kronik yorgunluk, güçsüzlük, enerji kaybı, yıpranma, hastalıklara daha hassas olma, sık baş ağrıları, bulantı, kas krampları, bel ağrısı, uyku bozuklukları gibi değişik sorun ve yakınmaları içerir. Duygusal tükenmişlik bulguları depresif duygulanım, desteksiz, güvensiz hissetme, ümitsizlik, evde gerilim ve tartışma artışı, kızgınlık, sabırsızlık, huzursuzluk gibi negatif duygulanımlarda artış, nezaket, saygı ve arkadaşlık gibi pozitif duygulanımlarda azalma içermektedir. Zihinsel tükenmişlik bulguları doyumsuzluk, kendine, işine ve genel olarak yaşama karşı negatif tutumlar içerebilir. Sonuçta işi bırakma, savsaklama gibi davranışlar görülebilir.
Son yıllarda Tükenmişlik sendromunda ciddi bir artış görülmekte çünkü çok çalışmak amaç ve değer haline getirilmekte ve insanlar kendilerine gerekli nitelikli zamanı ayırmamaktadır. Kendine zaman ayırma olarak görülen yoğun ve yorucu spor egzersizleri ise zamanla bir iş veya görev gibi yapılmakta ve kişiyi tüketmeye devam etmektedir.

Tükenmişlik Sendromuna Çözüm: Orijinal Yoga Sistemi

En eski kişisel gelişim ve sağlık sistemi olan  “Orijinal Yoga Sistemi” tükenmişlik sendromu ile baş edebilmek için mükemmel ve işe yarar çözümler sunmaktadır. Orijinal Yoga Sistemi’nde her yaştaki ve her durumdaki insan için uygun milyonlarca nefes, biyoenerji, duruş, konsantrasyon, gevşeme teknikleri vardır. Bu teknikler, düzenli uygulandığında, öncelikle kas, eklem ağrıları olmak üzere her türlü vücut ağrıları geçmeye başlar.  Enerjiyi tüketen ve halsiz bırakan yorucu spor egzersizlerinin  aksine, kişi enerji ile dolar. Biyoenerji alanı onarılır ve güçlenir. Tekniklerin özel etkilerinden dolayı, vücudun salgı sistemi yani hormonal sistem dengelenir. Organlar daha verimli çalışmaya başlar. Bağışıklık sistemi güçlenir ve kişi hastalıklara dayanıklı hale gelir. Sinirsel gerginlik atılır. Zihin sakinleşir, yaşamın temposu yavaşlar ve zorluklarla daha kolay başa çıkılır. Bakış açısı değişir, olumsuzlık içeren olayların sonuçları büyütülmez. Olumsuz düşünceler kontrol altına alınır ve düşünce akışı olumlu yöne yönlendirilir.

Bunlar, Orijinal Yoga Sistemi’ni uygulamanın yararlarından sadece bazılarıdır. İşin en güzel tarafı, tüm bu faydalara kendinizi zorlamadan, tüketmeden ulaşabilmeniz. Kendinize ayıracağınız haftada en az 1,5 saat ile Orijinal Yoga Sistemi’ni uygulayarak Tükenmişlik Sendromundan kurtulabilir, daha güzel, tatmin edici ve verimli bir iş hayatına merhaba diyebilirsiniz…

Orijinal Yoga Sisteminin Etkileri

Yoga Academy eğitmeni Pelin Evrensel’in açıklamalarına göre Orijinal Yoga Sistemi ile son yıllarda artan Tükenmişlik sendromunun önüne geçmek mümkün. Sendromun semptomları ve Orijinal Yoga Sistemi’nin etkisini şöyle açıklayabiliriz.

Enerji kaybı: Gün içerisinde enerjimizi emenlere karşı enerjitik alanımızı güçlü tutup, enerjimizi kaybetmemek mümkün.

Yıpranma: Orijinal Yoga Sistemi  sayesinde kişi ve olaylara karşı daha toleranslı olunur. Pozitif bakış açısı geliştirilir. En üzücü olaylar dahi gelip geçici bir düzenin parçaları olarak görülmeye başlanır. Kişi başına gelenleri kendini yıpratmadan kabul edebilme yeteneğini geliştirir ve koşulları değiştirebilecek özgüvenini kendinde bulur.

Hastalıklara daha hassas olma: Uygulanan nefes teknikleri kandaki oksijen miktarını artırır. Solunum sistemi aktifleşir ve metabolizma canlanır. Bağışıklık sistemi güçlenir.

Sık görülen baş ağrıları: Oksijen yetersizliği yada gerilim kaynaklı baş ağrıları ortadan kalkar.

Bulantı: Stres ve gerilimden kaynaklanan sindirim sistemindeki rahatsızlıklar yok olur. Sindirim sistemi düzene girer, bulantılar, şişkinlikler giderilir.

Kas krampları, bel ve boyun ağrısı: Uygulanan Asanalar (duruşlar) kişinin kendini daha hafif, zinde, esnek ve güçlü hissetmesini sağlar. Omurgadaki duruş bozuklukları giderilir, böylelikle iç organlarda sağlıklı çalışır. Bel, boyun, sırt ağrıları, kasların ve eklemlerin yıpratılmadan çalıştırılıp güçlenmesiyle giderilir. Pek çok spor dalında kas yırtılmaları, eklem sakatlanmaları olası iken Orijinal Yoga Sistemi  uygulayıcılarında bu tip vakalar görülmemektedir.

Uyku bozuklukları: Orijinal Yoga Sistemi uygulamasında her seansın son çalışması olan derin gevşeme tekniği ile çok daha kaliteli, dinlendirici ve yenileyici bir uyku sağlanır, uykusuzluk problemi ortadan kalkar.
Yoga nidra (bütünleşerek uyumak) tam bir fiziksel, zihinsel ve duygusal gevşeme haline ulaşmak için sistematik ve bilimsel bir yöntemdir. Düzenli uygulandığında stres kaynaklı tüm gerginlikler giderilir, kişinin uyku ihtiyacı azalır. Kişi, zinde, mutlu ve gerçekten dinlenmiş biçimde uyanarak, güne pozitif başlar.

Cildinizin yaşlanmasına izin vermeyin

Zamana Karşı Direnmek İsteyenlerin En Büyük Silahlarından Biri: Cilt Gençleştirme Operasyonları…

Nüfus cüzdanınızda her yıl bir yaş daha büyüyen yaşınıza rağmen cildinizi bir yaş daha gençleştirmek istiyorsanız alternatiflerden biri de cilt gençleştirme operasyonları…

Cilt gençleştirme operasyonları ile ilgili merak edilenleri Hisar Intercontinental Hospital Estetik-Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Özdemir’e sorduk.

Cildimiz neden ve nasıl yaşlanır?
Yaş ilerledikçe ciltte kırışıklık, sarkma, lekelenme gibi bir takım değişiklikler olur. Oluşan bu cilt değişiklikleri çevresel faktörler, genetik faktörler, beslenme ve diğer faktörlerle ilişkilidir. Başlı başına en büyük faktör ise güneş ışığına maruz kalmaktır. Vücutta bulunan doğal pigmentler, güneş ışığına bağlı cilt yaşlanmasına karşı kısmi koruyucu etki yapar. Bu nedenle mavi gözlü, açık tenli insanlarda yaşlanmaya bağlı cilt değişiklikleri, koyu tenli ve daha fazla pigmentli insanlara göre daha fazla görülür.

Yaşlanan cildin belirtileri nelerdir?
*Yaşlanan cildin en üst tabakası olan epidermis incelir.
*Pigment içeren hücrelerin (melanositler) sayısı azalır.
*Kalan pigment hücrelerinin büyüklüğü artar. Bunun sonucunda cilt daha ince daha soluk ve daha şeffaf görüntü kazanır. Güneşle temas eden alanlarda yaşlılık lekeleri, çiller gibi büyük pigmente lekeler oluşur.
*Cildin bağ doku elemanlarındaki değişiklikler nedeniyle cildin kuvveti ve elastikiyeti azalır. Özellikle güneş temas eden ciltte daha sık görülür.
*Cildin alt tabakası olan dermisteki damarların kırılganlığının artmasıyla cilt altı kanamalar, morarmalar artar.
*Bayanlarda menopoz sonrası ve erkeklerde daha ileriki yaşlarda, ciltte özel ter bezleri olan sebase bezlerin salgısı azalır ve cildi nemli tutmak zorlaşır. Bu da beraberinde ciltte kuruluk ve kaşıntıyı getirir.
*Saç ve kıl azalması olur. Bazı yerlerde istenmeyen kıllanma artışı izlenebilir.
*Saçlar ve kıllar önce grileşir sonra beyazlaşır.
*Cilt altı yağ dokusu tabakası incelir. Böylece cilt zedelenmelere karşı daha açık ve vücut sıcaklığını düzenlemek daha zor olur. Ter bezleri salgısının azalması da vücut sıcaklığı düzenlenmesini zorlaştırıcı bir etkendir.

Bu değişiklikler her insanda farklı oranda ve yaş dilimlerinde izlenir.

Tüm bunların sonucunda ciltte kuruluk, kırışıklıklar, sarkmalar ve lekeler ana yaşlanma belirtileri olarak gözlemlenir. Doğal yaşlanma belirtileri yanında diyabet, karaciğer hastalığı, kalp hastalığı, damar hastalıkları, obezite, stres, kimyasallara maruz kalmak, iklim değişiklikleri, alerjiler farklı cilt değişiklikleri yapabilir.

Cilt gençleştirmeye yönelik estetik müdahalelerden önce yapılabilecekler nelerdir?
Cildi gençleştirecek estetik müdahaleler öncesi cildinizdeki yaşlanma belirtilerini mümkün olduğunca önlemeye çalışmanız daha önemlidir. Stresten uzak durma, var olan hastalıkların tanı ve yeterli tedavisinin yapılması, dengeli beslenme yanında yaşlanma belirtilerinin en önemli risk faktörü olan güneş ışığından korunmak da çok önemlidir. Bu amaçla;

Bronzlaşmaktan ve solaryumdan sakının.
Güneş ışığının en kuvvetli olduğu 10.00- 16.00 saatleri arasında güneş altında kalmayın.
Güneşin hem UVA hem de UVB ışınlarından koruyucu en az 30 SPF olan kremler kullanın.
Dışarıya çıkarken, şapka, eldiven ve güneşten koruyucu kıyafetler tercih edin.

Cildi gençleştirmek için uygulanan estetik müdahaleler nelerdir?
1. Botoks enjeksiyonu
2. Dolgu maddesi enjeksiyonu
3. Peeling (cilt soyma)
   a. Kimyasal peeling (cilt soyma)
   b. Lazer peeling
   c. Dermabrazyon (mekanik soyma)
4. Hiperbarik oksijen ve ozon tedavisi
5. Cerrahi yöntemler

Özellikle yüz bölgesi kırışıklıkları tedavisinde botoks ve dolgu maddeleri tek başına veya birlikte kullanılabilir. Dolgu maddeleri hyaluronik asit, kolajen, hidroksiapatit veya polimetilmetakrilat yapılı olabilir. Bunun yanında insanın kendi dokularından elde edilen yağ enjeksiyonu, kök hücre enjeksiyonu, PRP (Platelet rich plazma) ve çeşitli doku kokteylleri de genç bir cilt görünümü sağlamak için kullanılır.

Kırışıklıklar, lekeler, sivilce izleri ve gözenekler için çeşitli cilt yenileme teknikleri kullanılmaktadır. Burada amaç pürüzlü üst cilt tabakasını kaybedip daha sağlıklı, pürüzsüz, parlak, lekelerin kaybolduğu ve nemli bir cilt elde etmektir. Kimyasal peeling için en çok glikolik, laktik ve meyve asitlerini içeren "Alfa Hidroksi Asitleri (AHA)" tercih edilmektedir. AHA, meyvelerden ve diğer besinlerden elde edilen doğal asitlerdir ve yüzeysel peeling maddesi olarak kullanılır.

TCA (trikloroasetik asit) ile orta derinlikte, Fenol (karbolik asit) ile daha derin peeling yapılır, bu tedavi metodları daha farklıdır. Uzman doktor tarafından uygulanılması gereklidir.

Lazerle cilt gençleştirme işlemi nasıl yapılır?
Lazerle cilt gençleştirmede ise Pulsed dye-lazer, fraksiyonel karbondioksit lazer ve Q-switch Nd: YAG lazerler en sık kullanılan lazerlerdir. Bu amaçla kullanılan lazerler 2 yöntemle etki gösterirler:

Ablatif tip gençleştirme lazerleri: Uygun bir derinlikte kontrollü bir şekilde cildin üst tabakasını soyarak etki ederler.  Bu cilt yenileme tekniği ile cildin yüzeysel tabakaları ısıtılır. Aynı anda doku içindeki su buharlaşır. Cildin yıpranmış ve yaşlı görünmesine neden olan üst tabakaları tahrip olur. Bunun sonucunda kolajen üreten hücrelerin aktivitesi artar, yeni kolajen ve hücreler arası destek yapı proteinleri oluşur ve tamamen yeni bir cilt yapısı ortaya çıkar.

Nonablatif tip gençleştirme lazerleri: Non-Ablatif (Ablatif olmayan) lazerlerin enerji düzeyleri daha düşüktür ve cilt yüzeyinde herhangi bir tahribata yol açmazlar. Termal hasarı dermal tabakalarda yaparlar ve derinin en dışındaki tabaka (epidermis) korunur. Nonablatif lazerle cilt gençleştirme yönteminde epidermis tahrip olmaz. Cilt altı doku uyarılarak yeniden yapılandırılır.
Non-ablatif lazerle cilt gençleştirme yöntemi yüzün yanı sıra, boyun, göğüs, kollar, eller, bacaklar ve ayaklarda da uygulanabilir.

Cilt gençleştirmede kullanılan başka yöntemler var mı?
*Dermabrazyon, peeling işleminin mekanik olarak lokal anestezi altında yapılmasıdır. Amaç daha pürüzsüz ve az kırışık bir cilt elde etmektir.
*Hiperbarik oksijen tedavisi insanın hem zindeliğini artıran hem de hücre yenilenmesini sağlayan doğal bir doping yöntemidir. İyileşmeyen cilt yaraları ve pek çok hastalığın tedavisinde de kullanılan bu yöntem gençleşmek için de kullanılabilir.
*Ozon terapisi de cilt yenileme ve gençleştirme amacıyla kullanılır.

Cilt gençleştirmede cerrahi tedavinin yeri nedir?
Her türlü medikal tedaviye rağmen bazı kırışıklıklar, cilt sarkmaları ve lekeler cerrahi tedavi gerektirebilir. Bu takdirde yüz germe (face lift), boyun germe (neck lift), kol germe (brakioplasti), uyluk germe (thigh lift) gibi cerrahi işlemleri yapılır.

Son dönemde ilgi görmeye başlayan cilt gençleştirme alanlarından biri de el estetiğidir. Özellikte el derisi estetiği için, kimyasal soyma, lazerle cilt yenileme, yağ dokusu enjeksiyonları yapıyoruz. Yüzeysel mavi damarlar ise skleroterapi denilen enjeksiyon yöntemi ile yok edilebilir.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Bu estetik operasyonlar çok popüler

Güzellik ve estetik görünüm, birçoğumuzun elde etmek ya da korumak için çaba harcadığı bir değer. 

Çağımızda ise kişilerin toplumdaki statüsünü, iş ve sosyal hayatını dahi şekillendiren bir kavram. Son yıllarda yeni tekniklerin gelişmesi ve hızlı iyileşme dönemleri sayesinde estetik operasyonlara ilgi daha da arttı. En çok ilgi çeken operasyonlar arasında Liposuction, meme büyütme, burun, karın estetiği ve saç ekimi ameliyatları geliyor.

LIPOSUCTION
Diyet ve spora rağmen verilemeyen kilolardan kurtulmak artık daha da kolaylaştı. Liposuction bu tür fazlalıkların giderilmesinde en çok tercih edilen estetik uygulamaların başında geliyor. Artık kullanılan kanüller daha da inceldi ve bu da operasyonun etkisini ve iyileşme sürecini olumlu yönde etkiledi.
MikrokanülerVaser® Liposuction adlı yöntemde kullanılan bu ince kanüller sadece 1-2 milimetre.

MEME BÜYÜME ESTETİĞİ
Meme estetiğinde en çok tercih edilen operasyonlardan birimeme büyütme estetiği. Artık dikiş izlerinin kolay iyileşmesi ve daha sağlıklı protezlerle, meme büyütme ameliyatları daha konforlu hale geldi. Meme büyütmede kullanılan protezlerin kalitesi ve doğal görünüm önemli olduğundan kişilerin doktorunu ve operasyon merkezini çok dikkatli seçmesi gerekiyor.

BURUN ESTETİĞİ
Burun estetiği, geliştirilen tekniklerle beraber acı ve ağrı veren bir ameliyat olmaktan çıktı. Burun estetiğinde en önemli faktör kişinin yüzüne uyan bir burun görünümünün seçilmesidir. Bu aşamada kişinin doktoruyla iletişimi oldukça belirleyicidir. Burun estetik ameliyatları artık daha kısa sürede ve daha konforlu tamponlar kullanılarak gerçekleştiriliyor.

KARIN GERME
Karın germe ameliyatı özellikle doğum sonrası oluşan karın bölgesindeki fazla derinin giderilmesinde tercih edilen bir yöntem. Karın bölgesindeki fazla deriyi karın germe ameliyatı dışında yok edebilecek bir yöntem yok. Karın germede, karın bölgesinde yerleşmiş yağlı deri katları altlarındaki yağlarla beraber alınmaktadır. Karın germe ameliyatları da hayati riskleri olan bir ameliyat değildir. Karın germe ameliyatı olmuş bir kadın yeniden hamile kalabilir, ancak ameliyattan sonra 1 yıl gebe kalmaması gerekir.

SAÇ EKİMİ
Saç ekimi eskiden, acı veren ve iyileşme süreci uzun süren bir estetik operasyondu. Artık özellikle FUE tekniğinin gelişmesiyle kişi, kısa sürede günlük hayatına geri dönüyor. Ayrıca sonuçlar da artık daha doğal bir görünüm olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle FUE Saç Ekimi yönteminde cerrahi bir kesi olmadığı için iyileşme hızlı olmakta ve saç ekimi sonrası süreç daha konforlu geçmekte.

22 Ekim 2013 Salı

Hormonlarınız Başınıza İş Açabilir!

Kadınlar, yaşamlarının belirli dönemlerinde (ergenlik, menstürasyon, gebelik ve menopoz) değişken hormon seviyesine sahip oluyor. Cinsiyet hormonu seviyesindeki bu dalgalanmalar, ağız ve diş sağlığını da etkiliyor.

Protez ve İmplantoloji Uzmanı Dr. Dt. İlker Arslan kadınlarda ağız ve diş sağlığını etkileyen faktörler ile ilgili önemli bilgiler verdi.

Ergenlik - Menstrüasyon Dönemleri Dişetlerini Vuruyor

Özellikle mensturasyon dönemlerinde, dişeti hassaslaşmaktadır. Buna bağlı olarak diş eti kızarıklığı ve dişeti kanaması görülebilmektedir. Yine bu dönemde ağız içerisinde uçuk, aft gibi herpes tipi viral lezyonlara ve ülserasyonlara sıklıkla rastlanılmaktadır.

Gebelik Diş Çürüklerini Tetikliyor

Gebelik sırasında meydana gelen en önemli değişiklik östrojen ve progesteron hormonlarının seviyesinin yükselmesidir. Bu durum dişler üzerindeki plak birikiminin ve diştaşı oluşumunun artmasına, dolayısıyla diş ve dişeti problemlerine yol açmaktadır. Diş hassasiyeti, diş etlerinde kızarıklık ve kanama bu dönemde görülen başlıca problemlerdir.

Gebelikte dişeti hastalıklarının yanı sıra, epulis (gebelik tümörü) olarak adlandırılan dişeti büyümeleri görülebilir. Bu büyüme hamileliğin sonlarına doğru veya hamilelikten sonra kendiliğinden iyileşmektedir. Ancak çiğneme ve ağız bakımı işlemleri sırasında rahatsızlık veriyorsa, alınması gerekebilir.

Gebelikte diş sağlığını etkileyen diğer bir faktör, anne adayının yaşadığı bulantı ve kusmalardır. Kusma sonrası ağız içinde oluşan asidik ortam dişlerde aşınmaya (erozyon) neden olabileceğinden gebelerin bu dönemde ağızlarını karbonatlı su ile çalkalamaları önerilmektedir.

Ayrıca halk arasında bebeğin kendisi için gerekli olan kalsiyumu annenin dişlerinden alarak, annenin dişlerinin çabuk çürümesine yol açtığı düşünülmektedir. Oysa diş gelişimi için gerekli kalsiyum annenin kemiklerinden temin edilmektedir. Bu nedenle annenin kalsiyum ve fosfor bakımından zengin gıdalarla beslenmesi oldukça önem arz etmektedir.

Doğum Kontrol İlaçları Dişeti İltihabına Sebep Oluyor

Bu ilaçlar içerdikleri hormonlar nedeni ile hamilelikte oluşan ağız içi değişikliklere benzer belirtilerin görülmesine neden olurlar. Doğum kontrol haplarının uzun süreli kullanımları dişeti iltihaplarına yol açabilmektedir. Doğum kontrol ilaçlarının kullanımı "Çekim Sonrası Alveolit" oluşumu riskini üç kez artırır. Bu nedenle cerrahi operasyon öncesi diş hekiminin bu durumu göz önüne alması gerekmektedir.

Menopozda Diş Kaybı Riski Artıyor

Kadınlarda önemli fizyolojik ve psikolojik değişimlere neden olan bu dönemde, östrojen hormonu en az seviyeye inmektedir. Bu hormon kalsiyumun bağlanmasını sağlayan hormon olması nedeniyle, eksikliğinde kemik seviyesinde azalma (çene kemiğinde erime) dolayısıyla dişlerde sallanma ve dişin kaybedilmesi durumu gündeme gelebilmektedir. Bunun yanı sıra ağızda kuruluk, tat almada bozukluk, yanma hissi gibi belirtiler de görülebilmektedir. Bu nedenle menopoz dönemindeki kadınların yeteri düzeyde kalsiyum almaları hem ağız-diş hem de genel sağlık durumları açısından son derece önemlidir.

Çocuğun sizinle birlikte uyumasının 5 faydası!


Televizyondaki dizilerde her ne kadar bunun aksi söylense de, bilimsel buluşlar çocukların aileleriyle birlikte yatmalarının faydalarına dikkat çekiyor.

Bağımsızlığı destekler!
Ailesiyle yatan çocuklar için ailelerine bağlı olurlar açıklamaları yapılsa da, araştırmalar bunun tam tersini söylüyor. Aileleri ile birlikte yatan çocuklar, bağımsızlıklarını daha erken kazanıyorlar. Aileleriyle birlikte olduklarından daha az objeye bağlılık yaşıyor ve böylece ayrılık endişesini yaşamıyorlar. “Çocuklar kendi başlarına yatırıldığı zaman yanlarına kendilerini güvende hissettirecek bir obje alırlar ya da parmaklarını emerler” diyor doktor Jay Gordon.

Kendine güveni oluşturur!
Ailelerinin yataklarında büyüyen çocuklar, daha az davranış problemi yaşar. Bu çocukların hayatla ilgili tatminlerinin daha fazla olduğu saptanmış. Bunun yanı sıra, bu çocuklar stresten daha az etkilendikleri ortaya çıkmış.

Fiziksel ve psikolojik sağlığı geliştirir!
Çocuk doktoru William Sears: “Geçtiğimiz 30 yıl boyunca aileleri ile birlikte uyuyan çocukları araştırdık. Araştırmalarımızın sonuçlarına göre bu çocuklar kendilerini psikolojik olarak daha iyi geliştiriyorlar." diye belirtiyor.

Anneler uykusuz kalmıyor!
Bebeklerine ayrı oda yapan anneler, bebek uyandıktan sonra kendi odaları ve bebek odaları arasında mekik dokuyor. Halbuki bebeklerini yanlarında yatıran anneler bu yorgunluğu hiç hissetmiyor.

Aile için yakınlığı destekler!
Tüm ailenin aynı yatakta yattığı evlerde, aile içi ilişkiler daha iyi gelişir.

Sessiz gelen göğüs ağrısına dikkat!


Sessiz göğüs ağrısı ani ölüm riskine yol açabilir!

Halsizlik, terleme, kusma ve nefes alma güçlüğü, tüm bu belirtiler sessiz göğüs ağrısı ile gelen bir iskemi atağına yani kalp kası beslenme bozukluğuna işaret edebilir. Ani ölüm riskini de beraberinde getirebilen sessiz iskemi, diyabet hastaları ve yaşlılarda daha sık görülmektedir. Memorial Hizmet Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Rifat Eralp Ulusoy, iskemik kalp hastalığı ve risk grupları hakkında bilgi verdi.

Sessiz göğüs ağrısı ani ölüm riskine yol açabilir
Kalbin oksijen gereksinimini, gelen koroner akım miktarı karşılayamaz ise kalp kası beslenme bozukluğu (iskemi) ortaya çıkar. İskeminin en sık belirtilerinden biri ise; sessiz göğüs ağrısıdır ve çoğunlukla erken tanı konulamadığı için tedavisi de gecikmektedir. İskemik kalp hastalığını gösteren bulgular olmadığı halde iskeminin objektif bulguları saptanırsa sessiz iskemi yani; sessiz göğüs ağrısından bahsedilir. Yaşlı kişiler ve diyabeti olanlarda bulgular gizli olabilir. Yorgunluk, baygınlık veya halsizlik şikayetleri olabilir. Yaşlı kişilerde ve zeka problemi olanlarda bu klinik durum farklı olarak algılanabilir.

Yapılan çalışmalarda  erişkin orta yaşlı hastalarda belirti vermeyen koroner arter hastalığı görülme sıklığı % 3-4 olarak saptanmıştır. Miyokard enfarktüsü yani; kalbin koroner kan dolaşımının belli bir bölgede yetersiz kalması sonucu, o bölgedeki kalp kası dokusunun ölmesi sonrasında hastalarda % 20-40 oranında sessiz iskemi saptanmıştır. Tüm kalp kası beslenme bozuklukları göz önüne alınırsa; bulgu vermeyen grup vakaların yaklaşık % 75’ini, bulgu verenler ise % 25’ini oluşturur. Sessiz iskemi, daha ağır koroner hastalığını  ve daha kötü klinik beklentiyi (prognoz) gösterir. Ani ölüm riski bu hastalarda iki kat daha fazladır. Özellikle kalp nakillerinde tüm sinirsel yollar kesildiği için daha sonraki dönemde gelişen koroner  bozukluklarında sessiz iskemi gelişmektedir. Sessiz iskemili hastalarda da diğer koroner problemi olan vakalardaki gibi benzer teşhis ve tedavi prensipleri kullanılır.

Tipik göğüs ağrısına dikkat!
Tipik olarak göğüs ağrısı (anjina), artmış oksijen ihtiyacı sonucu ortaya çıkan  kalp kası iskemisi bulgusudur. Kalp kası oksijen ihtiyacını artıran aktivite veya durumlarda oluşan; genellikle göğüs duvarına basınç hissi, göğüs ortasında baskı, ağırlık tarzında, sanki birisi göğüs üzerine çıkıp oturmuşçasına ağrı olarak tanımlanır. Bu ağrı; sol kol ve sol elin 4 ve 5. parmaklarına, boyuna, çeneye, sırta yayılım gösteren, zaman zaman soğuk terlemenin de eşlik ettiği tipte bir ağrıdır.

Göğüs ağrısı sessiz bir şekilde gelebilir! 
Tüm hastalarda tipik göğüs ağrısı olmayabilir. Bazı vakalarda yalnızca boyun,  çene, kulak, kol veya mide üzerinde ağrı olabilir. Nefes zorluğu, halsizlik gibi diğer bulgular da görülebilir. İlk kez oluşan göğüs ağrısını (anjina) tanımak zor olabilir; çünkü bulgular sıklıkla başka hastalıkları andırabilir. Hazımsızlık ve ruhsal durum bozukluğu görülebilir. Ağrısı olmayan,  yalnızca nefes zorluğu,  halsizlik, bulantı, kusma ve terlemesi olan hastalar da vardır.

Göğüs ağrısı belirtileri;

*Ağrı, genellikle göğüs üzerinde basınç ve  yanma şeklinde tarif edilir. Boyun, omuz, çene, sırt, karnın üst bölgesi, kollar veya el parmaklarına yayılabilir.
*Çarpıntı
*Egzersizle oluşan solunum zorluğu,  ağrı veya dinlenme ile 3-5 dk içerisinde geçebilir.
*Terleme
*Bulantı
*Azalmış efor toleransı ( eforun düşmesi)
*Şeker hastası olanlar ve yaşlı hastalarda halsizlik, solunum zorluğu, bulantı gibi belirtiler daha sık görülür

50 yaş altı kadınlar ve sigara içenlerde daha fazla görülüyor!
Damar spazmına bağlı göğüs ağrıları (variant anjina), ortaya çıkan klinik faktörler yokken oluşan göğüs ağrısı ve EKG bulguları ile ayırt edilmiş klinik bir durumdur. Çoğunlukla  50 yaş altındaki kadınlarda sabahın erken saatlerinde uyandıktan hemen sonra oluşması tipiktir. Dinlenirken ortaya çıkar. Tipik olarak göğüs ağrısı bulguları verir. Sigara bu durum için tetikleyici rol oynar. Kalp kasını besleyen koroner damarlarda geçici spazma bağlı olduğu düşünülmektedir.

Sessiz göğüs ağrısı riski taşıyan gruplar;

*Diyabet yani şeker hastaları
*Yaşlı hastalar
*Kalp nakli yapılan hastalar
*Zeka geriliği problemi olan hastalar

Tedavi şekli nasıl olur? 
Bu hastalarda kalp damarlarında darlıklar olabileceği şüphesi ile EKG, ekokardiyografi yani kalp ultrasonu, efor testi, kalp sintigrafisi gibi incelemeler yapılır. Darlık tespit edilen hastalardan uygun olanlarda, kalp damarları balon ve stent gibi yöntemlerle açılır. Cerrahi işleme uygun olan hastalarda, kalp damarına bypass operasyonu yapılır. Kalp damarları problemli olup bu işlemleri gerektirecek oranda kalp damar darlığı olmayanlarda ise ilaç tedavisi tercih edilmelidir. Sessiz iskemi saptanan hastalarda, (özellikle efor testi veya kalp holter incelemesi ile) hastalığın derecesine göre ilaç, girişimsel (balon, stent) veya cerrahi yaklaşımlar tedavi açısından değerlendirilmelidir.

Bepanthol ile Pişiğe Savaş Açın

Şüphesiz ki pişik tüm annelerin bebeklerini büyütürken baş etmek zorunda kaldığı sorunlardan biridir. Pişik nedeniyle bebeğinizin canı yanar, huzursuz olur. Bebeğiniz huzursuz olduğunda da siz mutsuz olursunuz. Bu cümleler artık yalnızca Bepanthol Pişik Merhemi kullanmayan anneler için geçerli. Bepanthol Pişik Merhemi pişiğin bakımını sağlayan ve tekrar oluşumunu önleyen mucize bir ürün. Bebeğinizin her bez değişiminde kullanın ve pişiğe karşı savaşı sadece bakımını sağlayarak değil, onun oluşmasını önleyerek de kazanın.


Bepanthol Pişik Merhemi’nin Pediatrik Dermatoloji Uzmanı David Atherton’un başkanlığını yaptığı uzman panelinde ideal bir pişik ürünü için tanımlanan 7 koşulun tümüne sahip olması, benim en çok tercih ettiğim pişik merhemi olmasını sağlıyor. Etkililiği ve güvenilirliği bebekler üzerinde yapılan çalışmalarla kanıtlanmış ürün, cildin nem dengesini koruyor. Formülünde parfüm, antiseptik, potansiyel zehirli madde, koruyucu madde ve katkı maddesi de içermediği için güvenle kullanabilirsiniz.

Ürün, nemlendirme ve nem tutma özelliği sayesinde pişiğin bakımını yaparken cildin nefes almasını sağlayan koruyucu özelliği ile de pişik oluşmasını önlüyor. Provitamin B5 ve Lanolin içeriğiyle, oluşan pişiğin bakımını yapmak ve oluşabilecek pişiklerin önlenmesi için özel olarak formüle edilmiş. Cildi nemli, pürüzsüz ve yumuşak tutarak doğal bir bakım süreci oluşturuyor. Şeffaf yapısı sayesinde bebeğinizin ince ve hassas cildinin nefes almasını sağlarken onu çiş ve kaka gibi tahriş edici zararlı maddelerden ve sürtünmelerden koruyor. Diğer pişik ürünlerinden farklı olarak çinko oksit içermeyen formülü sayesinde diğer pişik merhemlerinin sağlayamadığı yapışkan olmayan özel yapısıyla bebeğinize ekstra rahatlık, size de bebeğinizin poposunu kolayca temizleme imkanı sunuyor.



Bepanthol Pişik Merhemi eczanelerden kolayca temin edebileceğiniz bir ürün. Bepanthol Pişik Merhemi ile bebeğinizin altını açmak eziyete değil eğlenceye dönüşsün. Bebeğiniz rahat ve mutlu olsun, siz de huzurlu olun.

www.bepanthol.com.tr ‘den bebeğinizin bakımına dair daha bir çok faydalı bilgiye ulaşabilirsiniz.

İçerik: http://supercellma.blogspot.com

Bir bumads advertorial içeriğidir.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Burun estetiğinde başarı nasıl elde edilir?

Burun estetiğinde başarı, yüzünüze uygun bir burun görünümüyle elde edilir

Burun estetiği (rinoplasti), en sık uygulanan estetik girişimlerdendir. Burun, görünümümüzü şekillendiren en önemli ve karakteristik unsurlardan biridir. Burunda yapılacak en ufak değişiklik bile çehremizi değiştirmeye yeter. Bu nedenle, kişi burun operasyonu detaylı düşünerek karar vermeli ve yüzüne yakışacak burun konusunda gerçekçi olmalıdır.

Rinoplasti, yüz gençleştirme operasyonu ile birlikte uygulanabilir. Bazen bazı solunum problemleri ve burun içi yapılarına ilişkin sorunlar da rinoplasti ile düzeltilebilir. Günümüzde, geçmişe oranla ideal ve doğal görünümlü bir burun yapısına ulaşmak daha kolaydır. Ameliyat öncesi yapılan simülasyon çalışmasıyla nasıl bir sonuç ortaya çıkacağı konusunda fikir sahibi olmak mümkündür.

Burun estetiği, geliştirilen tekniklerle beraber acı ve ağrı veren bir ameliyat olmaktan çıkmıştır. Ameliyat 1 ila 3 saat sürer. Operasyon sonrası gerekli görüldüğünde hasta 1 gün misafir edilir. Burun estetiğinden sonra göz etrafında ve yanaklarda hafif şişlik ve morluklar oluşabilir; ilk iki gün burunda hafif bir sızlama görülebilir.

İyileşme dönemi, erken ve geç olmak üzere 2 döneme ayrılabilir. Erken dönem iyileşme süresi 2 haftadır. Eğer tampon kullanılmışsa ameliyattan 24 saat sonra tamponlar alınır.

Bu sürecin sonunda burundaki alçı çıkarılıp yerine burun bandı takılır. 1. haftanın sonunda kişi yeni görünümüne kavuşur. Ancak burnun tam olarak istenilen görünüme ulaşması 6 ile 1 yıl sürebilir.

Kişi, kendisi de uygun görürse ameliyattan sonraki ilk hafta işe dönebilir. Ameliyat sonrası 8 hafta boyunca gözlük kullanımından ve ağır sporlardan kaçınmak gerekir.

11 Ekim 2013 Cuma

Mevsimler Bizi Nasıl Etkiliyor?

Mevsimsel değişikliklerin insan vücudu üzerinde fiziksel etkileri olduğu gibi psikolojik etkileri de ciddi boyutlarda hissediliyor... İklimlere bağlı olarak gelişen ve sonbahar-kış döneminde görülen depresyonun, yaygın ve gerçek bir hastalık olduğu belirtiliyor.

Değişim Terapi ve Danışmanlık Merkezi’nden Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, “bu klinik hal genellikle kış  aylarında başlayıp ilkbaharın gelişine kadar en şiddetli seviyesine ulaşıyor. Fakat “kış depresyonu” tanısının konulabilmesi için depresyon belirtilerinin en az iki yıl üst üste kış mevsiminde başka sebebe bağlı olmadan çıkması gerekiyor” şeklinde ifade ediyor.
“Kış Depresyonu” Belirtileri

Mevsimin dönmesine bağlı olarak, günlerin kısalması ve  gün ışığının kendini daha az gösterdiği bu dönemlerde, bazı insanlarda hüzünlü ve melankolik bir ruh hali ortaya çıkıyor. Havaların erken kararması, soğuk hava etkisi ve dış mekan aktivitelerinin azalmasıyla kişi kendi iç dünyasına çekiliyor. Sürekli karamsarlık, enerji yokluğu, durgunluk, aşırı yorgunluk hissi, mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik, baş ağrısı, ağlama isteği görülürken, kendine dikkat etmeme, kişisel temizliğine önem vermeme, dağınıklık, uykusuzluk ya da tam aksine aşırı uyku, iştah değişiklikleri, şekerli ve nişastalı besinlere düşkünlük artar. Özellikle iştahta artış gözlemlenebilir. Okula ya da işe gitmeme isteği, konsantrasyon eksikliği ve performans düşüklüğü, fiziksel hareketlerde azalma ve tembellik kış depresyonunun diğer belirtileri arasında yer alıyor.

Kaygı ve Panik Atak Ortaya Çıkabilir

Kış depresyonuna giren bireylerde aşırı kaygılı ruh hali ve panik atak krizleri ortaya çıkabilir. Bu nöbet kişiye öylesine yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşatır ki, kötü bir şey olacağı veya sonunun geldiğini, öleceğini hisseder. Bu korku fırtınasını yaşayan insan, doğal olarak o ortamdan ve durumdan kaçma, uzaklaşma davranışı gösterir. 
Psikolojik değişikliler, sosyal yaşamdan uzaklaşma, aile hayatından uzaklaşma içe kapanma ve aile bireyleri ile tartışmalara girme gibi durumlar ortaya çıkabilir. Depresyon durumu aile, iş ve akademik hayatı ciddi derecede etkilemeye başlamışsa, artık bir uzmana görünme vakti gelmiştir.

Tedavide Ne Yapmalı?

Güneşe duyulan özlemle ortaya çıkan kış depresyonundan kurtulmak için en etkili yöntem doğal güneş ışığıdır. Bu nedenle fırsat buldukça boş zamanlarınızda ya da hafta sonları açık havada zaman geçirebilirsiniz. Sabahları yapacağınız yarım saatlik yürüyüşler hem fiziksel açıdan hem de psikolojik olarak sizi rahatlatacaktır. 
Evinizin ve ofisinizinin mümkün olduğunca bol güneş ışığı girmesini sağlayın, perdelerinizi gün içinde açık bırakabilirsiniz. Odalarınızı zaman zaman havalandırmanız daha ferah bir ortamda olmanızı ve temiz oksijen almanızı sağlar. 
Haftada 3-4 gün egzersiz yapın. Böylelikle hem kendinizi daha dinç hissedecek, hem de gece daha rahat uykuya dalacaksınız. Egzersiz alışkanlığı endişeyi azaltır, zihninizi açar ve kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olur. Eğer sürekli oturmak zorunda olduğunuz bir işte çalışıyorsanız molalarınızda dolaşmaya ve hareket etmeye çalışın. 
Kendinizle baş başa kaldığınız zamanlarda sıkılıp farklı düşüncelere dalabilirsiniz. Bu nedenle sosyal aktivitelerinizi ihmal etmeyin, kışın tatile gidebilirsiniz. Arkadaşlarınızla bir araya gelerek hoş vakitler geçirebilirsiniz. Sinemaya gidebilir ya da evde olduğunuz zamanlarda özellikle komedi dizileri ve filmleri izleyebilirsiniz.

Bunlara Dikkat Edin

- Sağlıksız besinlerden ve hazır yemeklerden uzak durun. Her gün meyve ve sebze yiyin. Kafein ve alkol tüketiminize dikkat edin. Öğünlerinizde salata olmasına özen gösterin. 
- Su tüketiminizden emin olun. Kışın su içmek zor olsa da günde en az 1,5-2 litre su içmeye çalışın. Protein bağışıklık sisteminin en güçlü kaynaklarından birisidir protein içerikli gıdaları ihmal etmeyin. 
- Şeker tüketiminize ve şekerli gıdalara dikkat edin. Kontrolsüzce yiyeceğiniz şekerli gıdalar kilo almanıza neden olarak depresyon sürecinizi tetikleyebilir. Şeker ve kafein etkileri geçtikten sonra da kendinizi daha yorgun hissedebilirsiniz. Özellikle şeker, insülin seviyeniz ani değişiklik göstermesine neden olur. 
- Sorunlarınızla başa çıkamadığınız durumlarda bir uzmandan destek almayı unutmayın.

Kişiye Özel Meme Estetiği Tasarımı

Kadınlarda meme büyüklüğü ve gelişimi; genetik nedenlere, kilo alıp verme ya da emzirmeye bağlı olarak değişebilir. 

Kadınları memeyle ilgili en çok rahatsız eden konuların başında; memenin küçüklüğü, sarkıklığı ve şeklinin bozukluğu geliyor. Meme şekillendirme ameliyatlarında bugün birçok farklı teknik kullanılmaktadır. Ancak meme estetiğinde başarıyı, meme operasyonun kişinin isteklerine ve meme dokusunun yapısına özel olarak yapılması sağlar. Başarılı bir meme operasyonu, memenin ve meme başının yerleşimi, kişinin vücut yapısı gibi unsurlar göz önünde bulundurularak planlanır.

Meme büyütme estetiğinde en etkili yöntem silikon operasyonudur

Bir vücutta gelişimsel olarak geri kalmış ve oluşmamış bir meme dokusunu kalıcı olarak takviye etmenin tek yolu silikon meme protezleridir. Meme büyütme operasyonunda; doğal görünümlü, uzun yıllar şeklini koruyabilen, hemen hemen hiçbir zaman ek bir işlem gerektirmeyen silikonların kullanılması önemlidir.

Meme sarkmasını düzeltmede özel bir yöntem uyguluyoruz

Yer çekimi, kilo alıp verme, hamilelik ya da emzirme gibi birçok nedene bağlı olarak memede sarkma oluşabilir. Meme askılama operasyonu, bu tür sorunları gidermede en sık kullanılan yöntemler arasındadır. Meme askılama ameliyatları, meme bezine zarar verilmeden yapıldığı için emzirmede bir engel teşkil etmez. Yeni uygulanan yöntemle, memenin kendi dokusu özel bir teknikle şekillendirilerek bir silikon meme protezi ile kıyaslanabilir güzellikte bir meme güzelliği kazandırmak mümkün olmaktadır.

9 Ekim 2013 Çarşamba

Kadını şüphelendiren 20 'kusurlu' hareket

Karınıza ya da sevgilinize çiçek almadan bir kez daha düşünün. Amerika’da yapılan araştırmaya göre kadın nedensiz yere çiçek getiren erkeğin kendisini aldattığını düşünüyor.

ABD’de yapılan araştırmaya göre çiçek alan kadın artık sevinmek yerine üzülüyor. Dünyaca ünlü mısır gevreği üreticisi Kellogg’s’un araştırmasına göre çiçek alan kadın erkeğin kendisini aldattığından şüpheleniyor. 2 bin kadın üzerinde yapılan araştırmada kadınlar, yatağa kahvaltı getiren, birden kendisine kibar davranmaya ve sürekli sevgisini dile getirmeye başlayan eşi ya da sevgilisi için “Acaba beni aldatıyor mu?” diye düşünüyor. Erkekler de ihanetlerini gizlemek için partnerine daha kibar davrandıklarını kabul ediyor.

İşte şüphe uyandıran 20 hareket
1- Mücevher almak
2- Yatak odasında yeni oyunlar
3- Daha duygusal davranmak
4- Çiçek almak
5- Çikolata almak
6- Daha kibar davranmak
7- Seksi iç çamaşırı almak
8- Hafta sonu tatil ayarlamak
9- Daha fazla hediye almak
10- Sorunlarına yardım etmek
11- Sık sık sevdiğini söylemek
12- Yatağa kahvaltı getirmek
13- Sürekli iltifat etmek
14- Daha fazla mesajlaşmak
15- Yemek pişirmek
16- Sık sık aramak
17- Daha çok dinlemek
18- Banyoyu hazırlamak
19- Uzaktan kumandayı vermek
20- Daha çok sarılmak

Muhteşem kararların esiri olmayın...

Sürekli yeni kararlar alıyor ancak uygulamaya dökemiyorsanız, kendinizi suçlamayı bir kenara bırakın ve bu durumu düzeltmeye çalışın. İşte size birkaç öneri...

Yeni yılda, doğum günlerinde ya da özel olarak kabul ettiğiniz günlerde ‘bu defa kesin’ diye konuştunuz. Hayatınıza dair bir dizi muhteşem kararlar alıp hedefler koydunuz. Sonrasındaysa pek azını gerçekleştirebildiğiniz o muhteşem kararlarınızın esiri olup, koca bir yıl gerçekleşmeyen değişikliklerin pişmanlığını yaşadınız. Bu yıl daha farklı olsun diyorsanız bir bilene danışmakta fayda var. Yeni yıl kararlarının üzerinizdeki psikolojik etkisini Hisar Intercontinental Hospital’dan Psikolog Gülşah Yahşi sizler için anlattı...

Öncelikle söylenmesi gereken, özel olarak kabul ettiğiniz günlerin o günlere yüklediğiniz anlamlar dışında pek bir farklılığı ya da özelliği yoktur. Onu özel ve farklı yapan verdiğiniz anlamlardır. Bazen hayatınıza dair belirli adımlar atarken, önemli kararlar verirken özel bir tarih seçmeye; atacağınız adımları, alacağınız kararları o seçtiğiniz özel günde uygulamaya özen gösterirsiniz. Bu sizi motive eder, hem fiziksel hem psikolojik anlamda kendinizi o özel güne odaklar, verdiğiniz kararlar için uygun çözüm yolları bulursunuz. Bu gibi somut adımlar her ne kadar kendinizce anlamlandırdığınız günlere özel atılsalar da yaşam kalitesini artırır ve geleceğe daha güvenli bakmanıza olanak sağlar.

Hayal ile gerçeği karıştırmayın, kendi gerçeğinizden uzaklaşmayın
Geleceğe dair gerçekçi planlar, sağlıklı bir ruh durumunun en büyük göstergesi. Ancak tüm planlar için “yılbaşı” gibi tek bir güne odaklanılması, gelecek yıla dair beklentilerin gerçeklikten uzak bir hal alması, hayal ile gerçeği birbiriyle karıştırmaya ve kişiyi kendi gerçekliğinden uzaklaşmaya kadar götüren ruh haline sokabilir. Gerçekçi olmayı çoğu zaman beceremeyip kendinizi tatlı hayaller içinde bulabilirsiniz. Gerçeklikten uzaklaşmamak adına alınan kararlar için gereken şartları, içinde bulunduğunuz koşulları göz önüne alıp bunları gerekirse madde madde kâğıda dökmek çok daha sağlıklı olacaktır.

Unutmamalısınız ki söz uçar, yazı kalır ve akıl çarpıtır! Dolayısıyla yapılan planları, alınacak kararların değerlendirilmesini, kararları uygulamada karşınıza çıkabilecek olan olası sorunları ve çözümlerini, bunlarla nasıl başa çıkabileceğinizi maddeler halinde yazarsanız ‘gerçeği’ daha net değerlendirebilirsiniz. Böyle bir girişim, kararınızdaki ciddiyetinizin de bir göstergesi olacaktır. Eğer düşündüğünüz değişikliği gerçekten istiyorsanız, bunları sistemli bir şekilde değerlendirmek, yazıya dökmek ve tablodaki eksiklikleri görüp düzeltmeler yapmak hevesle yapacağınız bir iş olacaktır.

Aşırı genellemeden uzak durun
Alınan kararı uygulayamayan kişilerde en sık karşılaşılan durum, kişinin ‘aşırı genelleme’ yapması ve ‘ben zaten hiçbir kararımı uygulayamıyorum, bir şeyi düzgün yapamıyorum, başaramıyorum, beceriksiz ve yetersizim, güçsüzüm’ gibi olumsuz düşüncelerle, kendine bunu bir etiket gibi acımasızca yapıştırmasıdır. Hâlbuki soru ‘neden ben bunları yapamıyorum?’ değil, ‘bu durumu nasıl düzeltebilirim, nerede hata yapıyor olabilirim?’ olmalıdır.

Kararların uygulanamaması kişiyi umutsuzluğa sürükleyebilir sonraki adımları atmada isteksizlik uyandırabilir, kişinin kendine olan inancı zayıflayabilir. Kaldı ki, püf noktalardan biri de kişinin kendine inanmasıdır. Bir şeyi nasıl yapacağını bilmese bile, sorun olan şeyi çözeceğine, bir çözüm yolu bulabileceğine inanmalıdır. İnsanlar bazen karşılaştıkları güçlükleri nasıl çözeceklerini bilemezler; bu çok doğaldır. Bu durumda profesyonel yardım almaktan asla çekinilmemelidir. Zaten Psikiyatrlar, Psikologlar ve Psikolojik Danışmanlar da bu gibi noktada kişilere yardım sağlayabilmek için eğitim almış kişilerdir.

İşte kadınların 10 hatası!

İnsan doğası gereği hata yapar ve mükemmel bir yaratık değildir. Diğer yandan kadın ve erkek de iki ayrı dünyaya sahiptir. İşte tüm bu tehlikeli karışım ortaya ilişkilerdeki hataları meydana getiriyor. 

CİSED evlilik ve ilişki terapistlerine göre, yapılan ilk hata, çatışmasız, kavgasız mükemmel bir ilişki yaşama arzusudur.

Mükemmel ilişki ütopya!
Çatışmasız mükemmel ilişki diye bir şey yoktur. Sadece huzurlu, dengeli ve her iki tarafın da tatmin olduğu bir ilişki vardır. Her iki tarafın da bunu kabullenip ilişkisine bu perspektifle yaklaşması gerekli. İlişkiler söz konusu olan kadın ve erkekse elbette problemsiz olmaz. Çatışmalı bir ilişkide çözüm arap saçına dönmüşse iletişim, karşılıklı yaklaşım ve tutumlar göz önüne alınmalı. CİSED evlilik ve ilişki terapistlerine göre, çift ilişkilerinin dinamiği 3 unsur ile belirleniyor. Bunlar, Etkileşimsel Sistem, Nesillerarası Sistem ve Bireysel Sistem'dir.

Etkileşimsel sistem, çiftin birbirleriyle olan iletişimi ile ilişkilerinin kuruluşundaki dinamikleri kapsıyor. Yani çift çatışmaları çözmek yerine büyütmeyi seçtiğinde sorunlar artıyor. Bireysel sistem denildiğinde özellikle bireylerin 0-7 yaş döneminde ve ergenlikte yaşadıkları birtakım yanlışlıklardan bahsediliyor. Yani çocukluk yaraları şu anki ilişkilerde sorun yaratabiliyor. İlişki dinamiklerine yönelik belirleyici olan diğer bir unsur da Nesillerarası sistem. Yani kişilerin anne-babalarının birbirleriyle ve diğer aile üyeleri ile yaşadıkları ilişkiler bu başlık altında ele alınıyor. Çiftin geçmişten gelen aile sırlarının aynen bugünkü ilişkilerine de yansıdığına dikkat çeken evlilik ve ilişki terapistleri, tüm bu faktörlerin bir araya gelmesiyle dinamiklerin belirlendiğini vurguluyorlar. İşte bu dinamikler de tarafların bir ilişkiyi sağlıklı götürüp götüremeyeceklerini belirliyor. Bir insanın mükemmel bir ilişki arayışını, cennet arayışına benzeten CİSED evlilik terapistleri, tüm bu gerçekleri göz önüne alarak çiftlere şunları tavsiye ediyorlar:

Çatışmalarınızda birbirinizi adam etmeye çalışmaktan vazgeçin. Her olayda kendi hatalarınıza odaklanıp, önce kendinizi değiştirmeye çalışın, bunu yaparken de koşulsuz olun. Ben bunu yapıyorum, ben kendimi değiştiriyorum sen de bunu yap, sen de değiştir kendini şeklindeki ifadeyi aklınızdan silin. Konuşmak ve iletişim kurmak zorundasınız. Haklı olmak veya üste çıkmak genellikle size hiçbir şey kazandırmaz. Bunun yerine suçlamadan dinleyin, mutlu olmayı, anlamayı, karşı tarafın söylediklerini sanki Cumhurbaşkanı veya Başbakan konuşuyormuşçasına ciddiyetle dinleyin. Anlaşılmak güveni, güven de yakınlığı getirir. Bunun tam tersi ise öfke ve yıkıma neden olur. Suçlamak, haklı olmak ve üste çıkmak hiçbir şeyi çözmeyecektir.

CİSED terapistleri, ilişkilerde kadınların ve erkeklerin kendi doğalarına göre birtakım hataları olduğuna dikkat çekiyor. İşte evlilik ve ilişki terapistlerin gözüyle kadınların 10 hatası:

1. Kutsal anneyi oynamak:
Annelik tartışmasız kutsal bir olgudur. Bugün hangi topluma bakarsanız bakın annelik kimliğin getirdiği aseksüelite vardır. Ancak bu kimliğinizi yatak odasının kapısına asmanız gerek. Çünkü eşiniz için siz onun evlenmeden önce aşık olduğu ve arzu duyduğu kadınsınızdır. Bu bakış açısı evliliğinizin en sağlam temelidir. Sizin annelik kimliği ile sevgili kimliğini birbirine karıştırmanız da bu temele balyozla vurmak gibi olacaktır.  Bu nedenle evlilik hayatında önce kadın, sonra anne olmalısınız. Kadınlığınız anneliğin içinde yok olmamalıdır.

2. Orgazm taklidi yapmak:
Her şeyden önce bilmeniz gerekir ki, her cinsel ilişkinin sonunda orgazm olmak zorunda değilsiniz. Bu hurafeyi bir kenara bırakın. Üstüne üstlük orgazm taklidi yapmak erkeklerin tamamı tarafından reddedilen ve istenmeyen bir tutumdur. Kadınlar böyle yaparak erkeğin kendisine olan saygısını kaybetmesini engelleyerek ona iyilik yaptığını düşünür. Belki eşiniz o anda fark etmeyebilir ama daha sonra öğrenmesi ile kısır bir döngü içine girer. Sürekli sizin orgazm taklidi yapıp yapmadığınızdan şüphelenecektir. Bu durum da onda performans anksiyetesine dönüşür. Taklit yapmak yerine dürüst olun. Samimiyet ilişkilerde her zaman yerini bulacak bir tavırdır. Cinsellik salt orgazmlardan meydana gelen ve mutlaka orgazmla sonuçlanması gereken bir süreç değildir. Cinselliğinizin sonunda cebinizde kalması gerekenler, paylaşımların ve yaşanan haz anlarının bolluğudur. Başta göze alamadığınız küçük hayal kırıklıkları, daha sonra çok derin hayal kırıklıklarına yol açabilir ve hem sizi hem de ilişkinizi geri dönülmez bir noktaya taşıyabilir.

3. İlişkideki gizemi kaybetmek:
Bir kadının yaptığı en büyük hatalardan biri kocasına ya da erkek arkadaşına en yakın kız arkadaşıymış, 'kankasıymış' gibi muamele yapmasıdır. Birçok kadın ilişki süresi uzayınca erkekle her şeyini paylaşmaya başlar. Oysa kadının da erkeğinden ayrı birer dünyası vardır. Kız arkadaşlarınızla konuştuğunuz kadınsı birtakım konuları eşinizle paylaşmamanızda fayda var. Çünkü zaten sizi anlamayacaktır. Kadının da erkeğin de kendine has bir gizemi olmalıdır. Bu da her iki tarafın birbirinde aradığı bir özelliktir. Bu durumun deformasyonu da karşılıklı cinsel beklentilerin azalmasıyla ilişkinizi istemediğiniz bir noktaya sürükleyebilir. Partnerinizin size olan arzusunun devam etmesini istiyorsanız onunla kadınlığa has mahremiyetinizi paylaşmayın.

4. Eşin erotik filme veya porno izleme isteğini aşağılamak:
Siz bu durumu istediğiniz kadar reddedin ama günümüzde birçok erkek ergenliğinde veya hayatının bir yerinde mutlaka erotik film veya porno izlemiştir. Öncelikle bunu kabullenmeniz gerekir. Diğer yandan erotik filmler cinsel terapistler tarafından cinsel sorunları olan çiftlere tavsiye olarak sunulmaktadır. Eşinizi yargılamak ve aşağılamak yerine onun neden böyle bir seçimde bulunduğunu anlamak daha doğru. Bunu konuşulabilir bir konu olarak görmek ve gerektiğinde eşinizin erotik film izleme teklifine önyargısız yaklaşmak yatak odanıza renk getirebilir.

5. İlişki sırasında sessiz kalmak:
Erkek doğasında cinsel olarak uyarılmak için duymaya ve görmeye ihtiyaç vardır. Bunu ondan esirgemeniz de en az onun kadar sizin de cinsel uyumunuza etki edebilir. Hissettiğinizi daha çok hissedebilmek için duygularınızı dile dökmek, gerektiğinde inlemek, çığlık atmak gibi bedensel duyumlarla dışa vurmak mutlu bir yatağın altın sırrıdır.

6. Kendi bedeninde kusur bulmak:
O sizi olduğunuz gibi beğendi ve sevdi. Sizin de kendinizi sevmeniz ve beğenmeniz hayatınızı kurtaracak kadar önemlidir. Unutmayın kendini sevmeyeni bir başkası gerçekten sevemez. Kendine değer vermeyene kimse gerçekten değer vermez, veremez. Kısa ya da uzunsunuz, şişman ya da çok zayıf fark etmez. O sizinle olduğunuz gibi birlikte olmak istiyor. Kendinizi sevmeniz ve bedeninizle barışık olmanız, cinsel hayattan zevk almanızın ilk ve en önemli koşuldur. Eşinizle gerektiğinde aydınlıkta, açık ışıkta birlikte olun, evde iç çamaşırlarınızla dolaşın. İlk önce kendi bedeninizle flört edin.

7. Başka kadınları aşağılamak ve hakaret etmek:
Başka insanları bedensel veya kişiliksel özellikleriyle aşağılamak kimse tarafından hoş karşılanmaz. Kimse kimseye benzemediği gibi farklı farklı özellikleri veya kusurları olabilir. Ancak kendini mükemmel kabul edip herkesi küçük görmek, sürekli eleştirmek ve açıklarını dile getirmek partneriniz için rahatsız edici bir hal alabilir. Kadınlar eleştirmek söz konusu olunca erkeklere göre hemcinslerine karşı acımasızdırlar. Bu tutum da erkeklerin hoşuna gitmez. Annesinin, kız kardeşinin veya kadın bir iş arkadaşının durup dururken eleştirilmesi bir süre sonra erkeğin bu eleştirileri içselleştirmesine yol açabilir. Bir gün o eleştiriler birikip size dönebilir. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Her şeye rağmen insanlarla ve kendinizle barışık bir karakter çizerek kendinize olan güveninizi ortaya koyun. Bu size yönelik, akıllarda daha olumlu bir portre çizecektir.

8. Seksi amaçlar için kullanmak:
Cinselliği bir armağan gibi ruhun ve bedenin paylaşılması dışında bir amaç için kullanmak ilişkinizin kalitesini bozacaktır. Bu durum kadınlarda çok eskilere dayanan bir taktiktir. Ancak taş yerinde ağırdır. Cinsellikle günlük hayatın birtakım kazanımlarını birbirinden ayrı tutmanızda yarar var. Yatakta elde edebileceğiniz en büyük kazanç partnerinizle paylaştığınız hazlar ve güzel anlardır. Olguya bu şekilde yaklaşmalısınız. Aklınızdan çıkarmayın ki cinsellikle daha fazla sevgiyi veya gelecek garantisini elde edemezsiniz.

9. Erkeğe özensiz davranmak:
Her erkek ve elbette her insan beğenilmek, adam yerine konulmak, önemsenmek ister. Kendine saygı duyulmasını bekler. Partnerinin sadece davranışlarına değil kendine bakmasını, özen göstermesini de ister. Akşam partnerinin güzel kıyafetlerle kendini karşılamasını, güzel kokmasını, küçük sürprizler hazırlamasını hayal eder. Kadının bu şekilde erkeğe özenli davranması kendine ve ilişkisine verdiği değerin bir göstergesidir.

10. Sadece penise odaklanmak:
Erkeklerin cinsel hazzı sadece penisten aldığı doğru bir bilgi değildir. Kadın erkek fark etmeksizin insan bedeni tamamen sinir ağları ile örülmüştür. Bir erkeğin cinsel hazzı peniste yoğunlaşmış olabilir ancak tıpkı kadın gibi göğüs uçları da hassastır. Önemli olan kadının partnerinin bedenini keşfetmesidir. Bu nedenle partnerinizle çıktığınız bedensel yolculuğun önemli yol ve kavşaklarını keşfedin.

En güçlü afrodizyak: Özgüven

Terapistlere göre, kaliteli ve uyumlu bir cinsel hayat, kişinin özgüveninde saklı.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistleri, cinsel işlev bozukluklarının kökeninde özgüven eksikliğinin etkilerini araştırdı. Özgüveni, dünyadaki en güçlü afrodizyak olarak değerlendiren terapistler, bir kadını veya erkeği çekici kılanın onun özgüveni olduğunu vurguluyorlar. Terapistlere göre, özgüven için sorumluluk almak şart. CİSED terapistleri, bireyin kendinin, yakınlarının ve hayatının sorumluluğunu alabildiği sürece, özgüvenini inşa edebildiğine dikkat çekiyorlar.

Peki özgüven cinsel hayatı nasıl etkiliyor? CİSED terapistlerin bu konudaki tespitleri hayli dikkat çekici:
“Özgüven cinsellik için de oldukça önemli. Kişisel gelişimini tamamlamış, hayattan ne istediğini bilen, gelecekte ne yapacağını planlayan bir kişinin, hayata hakim olması, yaptıklarının sorumluluğunu alması ve farkına varması özgüvenin ta kendisidir. Sadece cinselliği değil eş ilişkisini yönlendirmek özgüven sayesinde olur. Cinsellik dışında eşiyle veya partneriyle iletişimi iyi ise, ona her sıkıntısını rahatlıkla söyleyebiliyorsa kendilerine ve birbirlerine zaman ayırabiliyorlarsa bu çiftin özgüveni yerindedir.”

“Özgüven eksikliği cinsel sorunların kaynağında var”
“Özgüveni yerinde olan çiftler, birbirlerinin ne istediklerini bilirler. Nelerden hoşlandıklarının farkındadırlar ve bunları birbirlerinden talep ederler. Birbirlerine karşı utanç duygusunu yoğun yaşamazlar. Cinsel işlev bozukluklarının kayağında özgüven eksikliği vardır. “Karşımdaki şunu istesem beni nasıl anlar?” soruları akıllarında dolaşan ve cinsel isteklerini birbirleriyle paylaşamayan çiftlerin özgüveni eksiktir. Özgüven yoksa cinsellik tatmin edilemez ve bu da ilişkiye zarar verir. Bu eksiklik cinselliğin olumlu yaşanması önünde engeldir.”

Önce iletişim…
“İddialı bir ifade vardır: Cinsel işlev sorunu yoktur. İki kişinin iletişim sorunu vardır. İşte biz bu görüşe dayanarak diyoruz ki, iletişim sorunu ardından cinsel sorunlar gelir. Tedavide de ilk basamak ilişkide iletişimi geliştirebilmektir. Partnerler birbirlerine dertlerini anlatır hale getirilebilmelidir. Sorunları çözmek adına bu çok değerlidir ve aslında süreç, özgüven eksikliğini gidermektir.”

CİSED terapistlerinin özgüvenin kazanımı için önemli tavsiyeleri var:

 “Özgüven saklı bir cevherdir”
“Özgüven ne azalır ne artar. Her zaman içinizde bir yerde saklıdır ve sizin onu bulmanızı bekler. Özgüven içinizde saklı bir cevherdir. Nasıl ki ulaşmak için kazmak, cevheri yaratmaz ama ona ulaştırırsa, siz de içinizdeki özgüveni ortaya çıkarabilirsiniz. Cevherin üstünü siz örtmediniz. Ama açacak olan da sizsiniz. Kazmak ve ona ulaşmak elinizde. Yaşayarak öğrenmek, iç görüyü meydana getirirken okumak da farkında olmayı getirir. Özgüven için sonuç değil süreç önemlidir ve kişinin kendini iyi bilmesinde yatar. İnsanın yarım ve yalnız olduğunu kabul etmesi gerekir. Ölmeden ölmek, terk edilmeden terk edilmenin ne olduğunu bilmek özgüveni getirir. Özgüven, okumak, yaşamak ve tecrübe etmektir.”

Bu hastalıklar hamilelikte risk taşıyor!

Günümüzde pek çok hamilelik sorunsuz bir şekilde tamamlanıyor ve anne bebeğini kucağına almanın mutluluğunu yaşıyor.

Ancak bazı riskli durumlar var ki, hem bebeğin hem de annenin sağlığını tehdit ediyor, hatta ölümlerine bile neden olabiliyor! Hamilelikte yüksek risk oluşturan sorunlar anne adayında önceden var olabileceği gibi, hamilelikte de ortaya çıkabiliyor. Neyse ki anne adayına ait sağlık sorunlarına erken tanı konulduğu takdirde hamilelik sağlıklı bir şekilde sürebiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı ve Yüksek Riskli Gebelikler Klinik Sorumlusu Doç. Dr. Derya Eroğlu, hamilelikteki en riskli 3 durumu ve çözüm yollarını anlattı!

1.Hamileliğe bağlı diyabet
Hamileliğe bağlı diyabet, 100 anne adayından yüzde 3-5’ inde görülen ciddi bir sorun. İri bebek, doğumda omuz takılması (doğum travması), yenidoğanda solunum sıkıntısı, yenidoğanda kan şekeri ve kalsiyum seviyesinde düşme, sarılık, erken doğum, anne karnında ölüm (kan şekerinin diyetle düzenlenemediği hamilelerde), çocukluk çağı diyabeti ve obezite hamilelik diyabetinin bebekte neden olduğu sorunlardandır. Anne adayları ise hamileliğe bağlı diyabette şu risklerle karşı karşıya kalıyor: Düşük, preeklampsi (gebelik zehirlenmesi), enfeksiyonlar, zor doğum, vakum ya da sezaryen doğum, doğum sonrası kanama, hamilelikte ortaya çıkan diyabet, uzun dönemde annede diyabet ve metabolik sendrom gibi ciddi tablolar.

Ne yapılıyor?
Diyabetik diyet, egzersiz ve gerekirse insülin tedavisi öneriliyor.

2.Hamilelik öncesi diyabet 
Hamilelik öncesi diyabet, düşük riskinde artma, erken doğum, doğumsal özürler, anne karnında bebek ölümü, amniyon sıvısının artması, yenidoğanın solunum sıkıntısı, yenidoğanda kan şekeri ve kalsiyum seviyesinde düşme, bebeğin kanında bilirubin seviyesinde artma ve sarılık, kalpte  genişleme, bebekte diyabet riski ve bebek büyümesinde gerilik gibi pek çok sağlık sorununa yol açıyor. Bu hastalık aynı zamanda annenin sağlığını da tehdit ediyor. Diyabetik böbrek ve göz hastalığı, diyabetik sinir harabiyeti, gebelik zehirlenmesi ve enfeksiyonlar, annede en sık görülen sorunları oluşturuyor.

Ne yapılıyor? 
Hem bebeğin hem de annenin sağlığını riske atmamak için hamilelik öncesinde mutlaka bir kadın doğum hekimine ve endokrinoloji uzmanına başvurulmalı. Uygun tedaviyle, gebelik öncesi kan şekeri ideal seviyede tutulduğu takdirde sağlıklı bir hamilelik geçirilebiliyor. Hemoglobin A1C denilen, son 4-8 haftadaki kan şekeri seviyeleri hakkında fikir veren parametrenin ideal seviyede olması gerekiyor. Nöral tüp defekti riskini azaltmak için 400 mikrogram / gün folik asit alması öneriliyor.

3.Hamilelik zehirlenmesi
Anne adayının tansiyonunun 140/90 mmHg ve üzeri ve beraberinde idrarda protein kaçağı olmasına "Preeklampsi", bir başka deyişle gebelik zehirlenmesi deniyor. Genel popülasyonda yüzde 6-8 sıklıkla rastlanan hamilelik zehirlenmesi annede beyin kanaması ve beyin hasarı, akciğer ödemi, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve karaciğer yetmezliğine hatta ölüme bile yol açabiliyor. Erken doğuma bağlı sorunlar, anne karnında gelişme geriliği ve ölüm ise hamilelik zehirlenmesinin bebekte yol açtığı sorunları oluşturuyor.

Neler yapılıyor?
Hafif preeklampsi durumunda anne adayına yatak istirahati öneriliyor. Düşük risk gruplu hastalar kontrollü şartlar altında ayaktan takip edilebiliyor. 37. gebelik haftasının üzerindeki vakalarda, rahim ağzı doğum için uygun olduğunda, annede ciddi bulgular oluşursa veya bebekte kötülük hali varlığında doğum yaptırılıyor. Ciddi preeklampsi durumunda, 34. gebelik haftasının üzerindeki vakalarda doğum gerçekleştiriliyor. 34. haftanın altındaki hastalarda ise kontrol edilemeyen şiddetli yüksek tansiyon, eklampsi (preeklampsi ve nöbet), karaciğer ve böbrek fonksiyonlarında bozulma, karın ağrısı, inatçı baş ağrısı ve görme semptomları varsa yine doğuma karar veriliyor.

Yakın takiple sorunsuz hamilelik mümkün!
Hamilelik süresince yapılan bazı testlerin yaşamsal önem taşıdığını belirtilerek, hamileliğin 18-23. haftalarında yapılan detaylı fetal ultrasonografik inceleme ile bebeğin dış ve iç anatomisinin değerlendirildiğini ve doğumdaki ağır yapısal anomalilerin önemli bir kısmının saptanabildiği söyleniyor. Hamileliğin 11-14. haftalarında yapılan ense kalınlığı ölçümü ve ikili kombine testin de kromozom anomalisi, bazı sendromlar, doğumsal kalp hastalıkları ve ikiz gebeliklerdeki bazı sorunlar için olası riski önceden belirlenebiliyor. Yüksek riskli hamilelere tanı koymak için bazı durumlarda koryon villus örneklemesi (plasentadan örnek alınması), amniyosentez (bebeğin içinde bulunduğu kesedeki sudan örnek alınması) veya kordosentez (bebeğin kordonundan kan alınması) gibi girişimler yapılması gerekebiliyor.

Çocuklarda İştah Artıran 12 Altın Öneri!

"Saatlerce yemek vermesem, umurunda bile olmuyor", "Elimde tabak yemesi için peşinden koşuyorum"... Bu tür yakınmaları özellikle annelerden sıkça duyuyoruz, çünkü hemen her anne aynı sorundan dert yanıyor. 

İştahsız çocuklar! Özellikle 8-9 aydan başlayarak okul çağına kadar süren dönemde, anneler en çok çocuklarının iştahsız olmasından yakınıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İbrahim Çelik her yaş döneminin ayrı beslenme güçlükleri olsa da iştahsızlık sorununun genellikle 9 ay-2 yaş arasında daha sık görüldüğünü belirterek, "Ailelerin beslenme hataları ve alışkanlıkları iştahsızlık, daha doğrusu yemek seçme olarak tanımlanan durumun en sık görülen nedeni. Bu  yüzden ailelerin doğuştan itibaren bebeklerini beslerken doğru yaklaşımda bulunmaları çok önemli" diyor.

İştahsızlığın kabaca fizyolojik ve patalojik etkenler ile yanlış beslenme alışkanlıkları nedeniyle oluştuğunu belirten Dr. İbrahim Çelik'in verdiği bilgilere göre, fizyolojik iştahsızlığın temelinde bir hastalık etkeni olmaksızın çocuğun gelişim sürecinde karşılaştığı adaptasyon sorunları yatıyor. Örneğin diş çıkarma atakları en bilinen iştahsızlık nedeni olarak görülüyor. Bir başka fizyolojik etken ise 1 yaşından sonra yavaşlayan büyüme-gelişmeye bağlı olarak çocuğun beslenme gereksiniminin düşmesi. Ayrıca besinlerdeki geçiş dönemleri çocukların en yoğun iştahsız olduğu fizyolojik evreleri oluşturuyor: Sütten püreli gıdalara geçiş, yeni tatların denenmesi, bu yeni tat ve kıvama alışma sürecinde ciddi beslenme isteksizliği görülebiliyor.

3 Haftadan Uzun Süren İştahsızlık İhmale Gelmez

Patolojik nedenlerde iştahsızlığın altında ise genellikle; gribal enfeksiyonlar, idrar yolu enfeksiyonları, viral bağırsak enfeksiyonları, viral hepatitler, üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları gibi fizyolojik hastalıklar yatıyor. Bu hastalıklar birkaç gün ile birkaç hafta arasında iştahsızlık yapıyor ve çocuğun büyüme gelişme sürecine belirgin olumsuz etkide bulunmuyor. Ancak 3 haftadan daha uzun süreli iştahsızlığın altında ise genellikle tüberküloz, kronik enfeksiyonlar, gastrik reflü, kronik böbrek hastalıkları, kalp  veya karaciğer hastalıkları hastalıkları ve bazı doğumsal metabolik hastalıklar yatıyor. Bu nedenle 3 haftadan uzun süren iştahsızlık durumlarında çocuğun mutlaka kontrolden geçmesi gerekiyor.

İştah Artıran 12 Öneri

1- Üst kat komşunun tariflerini denemeyin: 6 bisküvit, 1 kaşık pekmez, bir  yumurta sarısı ve bir dilim peynir... Bulamaç besinler diye tanımlanan bu tür tarifler yüksek kalorili oldukları gibi, baskın tatları severek yiyen çocukların dilinde sadece yoğun şeker tadı kalmasına yol açıyor. Bu da çocuklarda şekerli tatlar konusunda seçici bir yapı gelişmesine neden oluyor. Buna alışan çocukların damak tadı duyuları da yeni lezzetlere karşı oldukça dirençli hale geliyor.

2- İlk denemelerde sabırlı olun: Çocuklar her yeni besine ortalama 8-10 denemeden sonra alışıyor. Bu nedenle ilk denemede bir kase dolusu havuç püresini bitirmesini beklemeyin. Ancak bir kaşık bile olsa her gün bu yeni besini çocuğunuza tattırarak alışma sürecini sabırla bekleyin.

3- Enerjinizi doğru besinlerde kullanın: Ispanak yedirmek için çocuğunuzla kılıç kalkan oyunu oynamak yerine, enerji ve sabrınızı; süt - süt  ürünleri, et, yumurta, balık ve tahıl yedirmeye saklayın. Çünkü bu besinler çocuğunuzun gelişimi için çok daha yaşamsal öneme sahipler.

4- 7. aydan itibaren pütürlü gıdalar yedirin: Yiyecekleri çatalla ezip, yumuşatarak yedirmeye çalışın. İlk denemelerde pütürlü yiyemeyen çocuğunuza karşı soğukkanlılığınızı koruyun. Sabır ve inatla denemelere devam edin.

5- Sofraya birlikte oturun: 9 aylıktan sonra çocuğunuzu tok bile olsa mutlaka sizinle birlikte sofraya oturtun. Çocuğunuz erişkinlerin tükettiği gıdaları yiyebilecek yaşa geldiyse sofrada olan yemeklerden yedirmeye çalışın. Çocuğunuzun önüne koyacağınız küçük bir ekmek parçası veya köfte ile kendi kendine yemek yeme hazzına varmasını sağlayın.

6- 1 yaşından sonra kontrollü emzirin: Anne sütüne çok alışkın ve düşkün bebekler, bir yaşından sonra anne memesini bir nevi tiryaki gibi emiyor. Anneyi her gördüğü yerde, her canı istediğinde emmeye çalışıyor. Anne memesi emip bir şekilde doyduğu için de ekstra gıda yemek istemeyebiliyor. Siz de bu durumdaysanız 1 yaşından sonra emzirme konusunda çok daha kontrollü olun.

7- Çocuğunuza örnek olun: Çocuğunuzun sizin yemek yeme alışkanlıklarınızı aynen taklit edeceğini unutmayın. Sebze yemeğini sevmeyen bir babanın, makarnadan maydanozları ayıklayan bir kardeşin bulunduğu bir ailede küçük bebeğin önüne koyulan her şeyi yiyip bitirmesi beklenmemeli. Elinizde tabakla televizyon izliyorsanız, çocuğunuzu sofrada oturup yemek yemeye  ikna etmeniz kolay olmayacaktır.

8- Yemek öncesinde abur cubur yedirmeyin: Yemek öncesi verilen abur cubur atıştırmalıkların, ara öğünlerin yemek saatinde kabusa neden olacağını unutmayın.

9- “Yemek sofrada yenir” mesajını verin: Çocukların dikkat süresi çok kısadır ve uzun süre sofrada sabit halde oturmaya tahammül edemezler. İki lokma yedikten sonra ayağa kalkan çocuğunuzun peşinden, elinizde tabak çatalla koşuşturmayın. Onu birkaç kez uyardıktan sonra hızla sofrayı kaldırıp, yediği besinle yetinmesini sağlayın ve bir sonraki yemek saatine kadar da herhangi bir gıda almasına engel olun.

10- Israr etmeyin, ancak alternatif de yaratmayın: Çocuğunuza 'teklif var ısrar yok,  ancak alternatif de yok' deyin. İşin sırrı gaddar anne kavramında yatıyor. Kereviz yemeğini yemeyi  reddeden çocuğa karşı doğru yaklaşım makarna pişirmek değil, bir hafta süreyle her öğünde kereviz yemeği sunmaktan geçiyor.

11- Oyun oynayarak yedirin: Çocuğunuz 1 yaşında ise belli oranda  oyunla, kandırmaca ile yemek seanslarını daha çekici hale getirilebilirsiniz. Ancak bunu, videoya kaydedilmiş reklam serilerinin önüne oturtularak, her reklam döngüsünde  ağzını robot gibi açan bir çocuk noktasına kadar götürmeyin.

12- Ceza ya da ödül vermeyin: Yemek seanslarıyla ilişkilendirilmiş ceza/ödül yöntemleri başlangıçta işe yarıyor gibi görünebilir, ancak' yaşamak için yemeliyiz' algısının kurulmasına  olumlu katkısı olmaz.

Şişmanlık Beyinde Başlar!

Çağımızın en büyük problemlerinden biri olan obezite çeşitli diyetler, egzersiz programları, ilaçlar ve doğal yöntemlerle engellenmeye çalışılsa da bu sorunla mücadele edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Peki, neden kilomuzu kontrol etmemiz bu kadar zor? 

Suçlu, tüketicileri yeni ürünlerle kışkırtan firmalar mı, bitmek bilmeyen iştahımız mı, yoksa beynimiz mi? Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Uzman Nörolog Dr. Mehmet Yavuz obezitenin nedenlerini ve kontrol yöntemlerini anlatıyor…

Yeterli gıda alındığında doygunluk hissiyle beynin yemek konusunda ‘dur’ demesi gerekirken obezlerde beyin-mide dengesi kontrolden çıkar ve beyin açlık hissini durdurmaz. Özellikle öğün aralarının uzun tutulması halinde aç kalma refleksiyle daha çok yemek yendiğini belirten Dr. Mehmet Yavuz, bu durumda kişinin doyduğunu fark edemeyerek obeziteye davetiye çıkardığını vurguladı.

Yeme Kontrolü Bu İki Hormona Bağlı…

Beynin, hipotalamus ile sindirim sistemi arasında acıkmayı ve doymayı belirleyen hormonsal mekanizmalardan en önemlileri leptin ve grelin hormonlarıdır. Leptin hormonu, organizma günlük aktivitelerini yerine getirecek kadar gıda aldığında devreye girerek doygunluk hissi uyandırır. Böylece dışarıdan gıda alımı durur. Grelin hormonu ise leptinin aksine açlık hissi uyandırır. Dolayısıyla bu iki hormon birbirlerine karşı zıt etkiler gösterir. Obezlerde leptin aktivasyonu azalmış, grelin salınımı artmış ya da her ikisi de değişmiş olabilir.

İlaç Kullanımı Obeziteyi Tetikliyor

Hipotalamustan yeterli leptin salgılanmadığı ya da aşırı grelin salgılandığında obezitenin kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Dr. Yavuz, bazı ilaçların ve özellikle de antidepresanların leptin-grelin dengesini bozarak kilo alımına neden olduğunu hatırlattı. Son yıllarda bilim adamları leptin aktivasyonunu artırarak tokluk hissi uyandıracak ve böylelikle şişmanlığı tedavi edecek ilaçlar üzerinde çalışıyor ancak bu konuda etkin bir ilaç henüz geliştirilemedi.

Bir diğer görüşe göre de leptin aynı zamanda yağ dokusundan da salgılanmakta ve hipotalamusu etkilemektedir. Kanda düzensiz beslenme nedeniyle yağ oranı arttığında tokluk hissi uyandıran bu hormon beyne ulaşamaz, hipotalamustan salgılanan miktar yetersiz kalır ve şişmanlık kaçınılmaz hale gelir. 

Hafif Yiyecekler Atıştırın ve 15 Dakika Ara Verin

Leptin hormonunun yemeye başladıktan yaklaşık 20 dakika sonra harekete geçtiğini belirten Dr. Yavuz, leptin salgılanıp beyinde tokluk hissi uyandırıncaya kadar kilo yapacak derecede yemek yenmiş olabileceğini, hızlı yemenin bu açıdan sakıncalı olduğunu vurguladı. Kilo problemi olanlara atıştırdıktan sonra en az 15–20 dakika beklemelerini tavsiye eden Yavuz, bu yöntemle az yiyerek daha çabuk tokluk hissedileceğini hatırlattı.

Tiroit ve İnsülin Direnci de Önemli Faktörlerden…

Tiroit hormonları, metabolizma aktivitesini düzenleyen hormonlardır ve az salgılandığında metabolizma yavaşlar. Bu durumda kalori harcanma düzeyi düşeceği için alınan gıdalar yakılamayıp depolanmaya başlar. Ve sonuç yine aşırı kilo alımıdır.
İnsülin direncinin de kilo alınımını etkileyen önemli bir faktör olduğunu hatırlatan Dr. Yavuz, insülinin kan şekerini parçalayan ve enerjiye dönüştüren bir hormon olduğunu belirtiyor. Ancak bazı durumlarda kas, karaciğer ve yağ dokusu insüline karşı direnç geliştirir. Bu nedenle insülin kan şekerini parçalayamaz, kanda şeker oranı yükselmeye ve vücut gereğinden fazla kalori maddesi üretmeye başlar. Bu yükselme dışarıdan vücuda giren kalorilerle birleşince ihtiyaç fazlası kan şekeri yağa dönüştürülerek depolanır. Sonuç yine obeziteye çıkar ki zaten şeker hastalarının yüzde 80’i obezite problemiyle mücadele etmektedir.

Yaşlandıkça Kilo Alma Riski Artar

Yaş ilerledikçe metabolizma yavaşlar. Metabolizma yavaşladığı halde dışarıdan alınan gıda miktarı eskisi gibi olursa bir süre sonra ihtiyaç fazlası kaloriler vücutta depolanmaya başlar. Bu nedenle kişiler yemek disiplinleri değişmediği halde yıllar süresince artan bir grafikle kilo almalarına bir anlam veremezler. Dr. Yavuz, yaş ilerledikçe kontrolsüz kilo alımını engellemek için yemek alışkanlığını disiplinize etmeyi ve düzenli egzersizi öneriyor.

Kadınlar Daha Çabuk Kilo Alıyor

Kadınların daha kolay kilo alıp zor zayıfladığını hatırlatan Dr. Yavuz, erkeklerin bu konuda metabolizmaları daha hızlı çalıştığı için şanslı olduğunu belirtti. Kadınların küçük de olsa aylık kilo alımına dikkat etmesi gerektiğini belirten Yavuz, obezitenin sinsi bir hastalık olduğunu ve vücuda yerleştikten sonra mücadelenin zorlaştığını vurguladı.

Obezite Cinsel Hayatı da Vuruyor!

Obezite, birçok hastalığa davetiye çıkardığı gibi, erkeklik hormonunun azalmasına da neden olur. Şişmanlık nedeniyle yağlar arttıkça testosteron miktarı azalır, cinsel istek ve performans düşer. Kadınlarda ise karın içi yağlar androjen algısını artırdığı için menopoz öncesinde kıllanma gibi sorunlar baş gösterir.

Yağlanma Erkeklerde Göbekte, Kadınlarda Kalçada Görülüyor

Yağlanma en çok erkeklerde göbek ve karın bölgesinde, bayanlarda ise kalça ve basen bölgesinde görülür. Bu yüzden bayanlar kilo verdiklerinde eski hallerine dönebilirken erkekler kilo verseler bile karın bölgesinde sarkmalar oluşur.

Polikistik Over Sendromu ve Obezite Bağlantılı mı?

Polikistik over sendromu, nedeni tam olarak bilinemeyen bir yumurtlama bozukluğudur. Obezite mi polikistik over nedeni yoksa bu sendrom mu obezite yapıyor, bu konu henüz netlik kazanmadı ama kesin olan bir şey var ki, bunlar birbirini tetikleyen durumlardır. Ancak obez olup zayıflayan kadınlarda polikistik over tablosunun düzelmesi, obezitenin bu hastalığa neden olduğu görüşünü destekliyor.

Obezite Kanseri de Tetikliyor…

Erkeklerde kanser nedeniyle ölümlerin yüzde 14'ünden, kadınlarda ise yüzde 20'sinden obezitenin sorumlu olduğunu hatırlatan Dr. Yavuz, obezitenin savunma sistemini çökerterek kanser oluşumunu hızlandırdığının altını çizdi. 
ABD’de her yıl 300 bin kişi obezite nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu oran, sigaranın oluşturduğu hastalıklar ve kanserden kaynaklanan ölümlerden bile daha yüksek bir rakam. Bu durumun en kötü yanıysa her geçen yıl obez sayısının artması. Eğer tedbir alınmazsa 2050 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlasının obez olacağını hatırlatan Dr. Yavuz, bilinçli beslenme ve düzenli egzersizin obeziteyle mücadelede en etkin yöntem olduğunu belirterek sözlerini tamamladı.